Nisa Leyla’nın Dar Paçalı Dizeler kitabında yer alan şiirlerde aşk ve ölüm teması ön planda… Şairin içinde bulunduğu çağın havasını soluyan şiirleri, özgün imgelerle örülmüş, ince ve derin bir kadın kimliğini ve duyarlılığını da ortaya koymakta…
Şairlerin gömülmesini istemek bir ironi, bir eleştiri olarak anlaşılabilir. Çünkü bir başka şiirinde Leyla, şiire övgüde bulunur, şiir yazmaya yönelik bir çağrıyı ifade eder: “bozkıra yazgılı insanlarım / şiir yazalım / aydınlık dönemini başlatana kadar / sokak güvercini gözlerimizin hatırına / atalarım, komşularım / kuralsız! arsız! sınırsız! / şiirlerimizi şımartalım / her gün soluduğumuz dünyanın şöleninde” (s. 15-16)
“Davranış bilimcisi” şiiri, yaşamayı özlemenin şiiridir. Bir sevgi arayışını da, “sorular zinciri”ne değinerek ifade eder. Leyla’nın şiirinde özlem belirgindir. Burada söz konusu olan başka bir kişiye, başka bir hayata duyulan özlemdir. Bu noktada hayatı daraltan / kısıtlayan sınırları düşsel olarak aşmaya bir yöneliş de belirir. Kalbinin düşçülüğü ile hayatın katı gerçekliğini değiştirmeye yönelen bir arzu ve tutum da görülebilir. Leyla’nın şiiri, gerçeklik ve düş arasındaki gerilimden beslenir. Burada gerilim aynı zamanda ben (özne) ile öteki arasındaki yakınlaşmalar ve uzaklaşmalarla da ilişkilidir. Bu bağlamda denebilir ki, yaşanan ve istenen / arzulanan arasındaki uzaklık ve boşluk şiiri beslediği kadar kişinin ruhunu kırılganlaştırır.
“Öteki Beriki” ve “Çöp” şiirleri, sıradan yaşama tarzının, alışkanlıkların bir eleştirisi ve ironisidir. Leyla özgün imgelerle, lirik bir şiir söylemiyle kendini ortaya koyar. Şiirinin beslendiği kaynaklara ve damarlara da işaret eder: “çöpte biriken sözcüklerden / geçiniyorum / etkili / ferah / ve kirli”. (s. 20) Şiiri besleyen sözcüklerle şairin bir aşk ilişkisi içinde olduğu söylenebilir. Şair, sözcüklerin gözüyle bakar hayata, insana ve dünyaya. Bu noktada Leyla’nın “Sözcükler Vesaire” şiiri dikkat çeker. Bu şiirde de yer alan “ilikleme” fiili Leyla’nın şiirlerinde sıkça karşımıza çıkar: “bir sözcüğe âşık olunur tırnak içinde içgüdüler / harflerle iliklenmiş mavi matine suare vesaire.” ( s. 21)
Leyla’nın şiirine aşkın ve ölümün mührünü vurduğu söylenebilir. Özellikle annenin ölümüyle ilgili şiirlerde ölümle, ölenle ilgili yorumlar belirgindir. Başkasının ölümü kişiye kendi ölümünü de düşündürür. Bu noktada melankoli ve yalnızlık da belirgindir. Elbette sevgi ve çocuklar da Leyla’nın şiirinde ön planda yer alır. Onun şiirinde kadın kimliği ve duyarlılığı kendini gösterir. “Kadın” şiiri şairin kadına nasıl baktığını ortaya koyar. Kadına yönelik yaygın ve alışılmış bazı anlayışları reddeden şiirdeki şu dizeler onun teolojik kadın tasarımına karşı geldiğini ifade eder: “tanrı kaburga kemiği diyor / gerçekte erkeğin kanadı.” (s. 41)
Aşkı insana sunulan şiir olarak gören Leyla’nın şiirinde aşkın izleri çok belirgindir. Aşk hayatın tan yeridir, şafağıdır. Aşk, rüzgârlı şiirlerin dilidir. Leyla’nın lirik şiir söylemi, aşkın ta insanın içine nüfuz edişinin, işleyişinin, kişinin benliğini yurt edinmesinin ifadesidir. “Evet, öyle” şiirinde yer alan sevgili imgesinde de “ilikleme” fiili yer alır: “göğü yeryüzüne ilikleyen bir ceketle girdi içeri” (s. 50) “Gözlerin” şiirinde ise şöyle der: “ilikleyen ıssızlığını ıssızlığıma”.
Leyla’nın şiirini “ilikleme” metaforuna dayanarak anlamaya çalışabiliriz. Onun şiiri özellikle aşkın ve ölümün imgeleriyle iliklenmiş bir şiirdir. Aşk ve ölüm insanın yaşama gerçekliğinde iki temel unsur olarak karşımıza çıkar. Ölüm insanın dünyayla ilişkisini, aşk ise ötekiyle ilişkisini sorgulamayı gerektirir. Burada kişinin kendisiyle başlayan yüzleşmesi, ötekinin yüzünde ve giderek dünyanın yüzünde devam eder. Leyla’nın şiirinde aşk, insanın dünyadaki varoluşunu, duruşunu, hayata tutunuşunu yeniden biçimlendiren bir deneyim olarak görülür. Şiir bu deneyimin ifadesi olarak ortaya çıkar. Burada insanın yaşadığı zaman da önemlidir. Şiirin göz kırptığı, sözcüklerin saklambaç oynadığı bir saatten söz eden Leyla, yaşanan zamanın aşka bağlılığına işaret eder.
“Evet öyle” şiirinde gelen kişinin ceketine yapılan göndermeler dikkat çekicidir. Ceket bilindiği gibi bir giysidir. Belki bir aşkın ilk zamanlarıdır dile getirilen, belki de sevgiliyle ilk buluşmadır. Şiirde aşkın insan ruhunu ve yaşamı dönüştürmesi çarpıcı imgelerle dile gelir. Gelen kişinin ceketini niteleyen imgeler nelerdir? Şu dizelerde görebiliriz: “beş gözlü bir ceketle girdi içeri.” Burada belki ceketin biçimsel özelliği söz konusudur: “görünmez bir fecrin ceketiyle girdi içeri” dizesinde ise, aşkın insan yaşamında yarattığı aydınlanma ve güzelliğe işaret edilir; “gençliği sırtında bir ceketle girdi içeri” derken, devamında, söz konusu kişinin “yüzünde bilge bir akım ve ateşin icadı”ndan söz edilir. Dışardan, sokaktan bir eve girme / gelme durumu düşünülebilir. Aynı zamanda bir kişinin kalbine ve yaşamına girme anlamı da söz konusudur. Âşık olunan insan artık o kişinin yaşamının merkezinde yer almaz mı? Kişinin kalbinin ve yaşamının yörüngesi sevgilinin etrafında dönmez mi? Çok anlamlı imgelerle örülen bu şiirde, iki sevgilinin kucaklaşması, sevişmesi anlamında da düşünebiliriz. Şiirin son kısmındaki dizeleri okursak: “göğü yeryüzüne ilikleyen bir ceketle girdi içeri / sözcüklerin saklambaç oynadığı bir saatte, evet öyle / kırık kalbimin ve onulmaz boşlukların / yasına soyunurken / elinde bir demet güneş, şarkılar şarkılar yüzünde / balkonu çocuk biriktiren bir ceketle girdi içeri / ve ceketini astı yalnızlığıma, evet öyle / ezber sayılardan ödünç günlerdi / duvardan sızıyordu aşk / soylu bir sonsuzluktan içeri, evet öyle…” (s. 50)
“Başımdan Aşkındı” şiirinde, sevgini anlamı dile getirilir: “şiirin ateşten, ateşin kalbimden / gözümden gözün aşkın, yüzün yüzümden” diyen şair aynı şiirin şu dizelerinde sevgilinin betimlemesini ifade eder: “utangaç bir güneş seslenir gözlerinden / yaslanırım kaldırımına saçların yollarla sevişirken”. Şiirin son dizesi şöyledir: “alnım açık girebilirsin en kült yerimden!” (s. 53)
“Arzu, Sen!” şiirinde de hüzne yönelik betimleme şöyledir: “sen ne bileceksin ki arzu / hüzün bana giydirilmiş / bir deli gömleği.” (s. 53)
“Kuyumdan İç Çekişim” şiirinde bir insana bağlanmanın yol açtığı ruh hali dile getirilir. Şu dizelerde yer alan “teyelleme” imgesinin “ilikleme” ile birlikte düşünülmesi mümkündür: “ikiye ayrılmış noktalı virgülünle / gözlerini çiziyorum, saçlarını / uçurumlara teyelliyorum. / yarısı sende kalıyor dizelerin / yarısı bende ah! üzüm tebessümüm” (s. 59). Burada belki de bir araya gelmesi zor iki parçanın, iki kişinin geçici, seyrek bir dikişle ilintilendirilmesi söz konusudur. Bir bağlanma söz konusu olsa da bunun geçiciliği ve sağlam olmayışına da işaret edilir. Bir bakıma birbirine yakınlaşan insanların herhangi bir nedenle sonra birbirlerinden uzaklaşmaları, giderek birbirine yabancı ve hatta düşman haline gelmeleri sıkça rastladığımız durumlardır. Kitapta yer alan bazı şiirlerde de sona eren bir aşktan söz edilmesi, “teyelleme” imgesinin anlamlarını düşünmeyi gerektirir.
Leyla’nın şiirinde kadın kimliğinin ve duyarlılığının aşka yönelik metaforlarda belirgin olduğunu görebiliriz. Bazı aşk şiirlerini yazan kişiyi bilmesek, erkek de kadın da yazmış olabilir diye düşünebiliriz. Ama Leyla’nın şiirinde aşka kadın gözüyle bakılır ve öyle dile getirilir. Bunu örnekleyen dizeleri “Sevmek” şiirinde görebiliriz: “dalgaların damarına basıp / yeniden mayaladığım kalbim / yıkıyor aynı nehirde çamaşırlarımı / senin çamaşırlarınla”. (s. 66)
“Bir Aşk Daha” şiiri biten bir aşkın ardından yazılmıştır. Şiirle aşkın ilişkisini Leyla şöyle ifade eder: “aşk insana sunulan şiir / zamanın geçemediği tünelde ışık.” (s.68) ”Kahve” şiirinde de şiir ve aşkın ayrılmazlığı belirgindir: “anladım ki bir şiir bir de / aşk tutuyor dünyayı boşlukta.” (s. 74)
“Ayrılık Manifestosu” şiirinde ise biten bir aşk şairin poetikasına ve yaşamına etkisiyle dile getirilir: “yamıyorum hayatımı zavallı kaşığımla / titreyen yaralı hayatımı / ağzı zor açılan yalnızlığım / hayata kolay lokma / ayrıldık işte / kaldı anlamın bende / dar paçalı dizeler giydirdin / ömrümün son şiirine.” (s. 78)
“Kırk Yaş Şiiri”nde de “ilikleme” metaforu karşımıza çıkar: “kırk yaşındayım ve düğmeleri iliklenmiş / gömlekler seviyorum servilerde”… “kırk yaşındayım bilemem kaçıncı baharım” diyen şair, belli bir yaşı, kırk yaşını bir eşik ya da bir dönüm noktası olarak düşündüğünden, bir bakıma ömrünün muhasebesini ortaya koyar. Ancak şiirin son dizeleri, kişinin yaşlanmakla birlikte içinde kaybolmayan bir çocukluk / çocuksuluk olduğuna da değinir. “kırk yaşındayım, / halâ şaşkınım yeni doğan bir bebeğin / gözüyle, bu dünya nasıl bir yer…” (s. 58)
Dünyanın nasıl bir yer olduğuna yönelik bu soru, bazı durumlarda özellikle insanın içini kanatan ve ona insan olmanın anlamını yeniden düşünmesine yol açan bir sorudur. Sahile vuran bir mülteci çocuğun cansız bedeninin fotoğraflarına bakarken, her gün onlarca yüzlerce insanın hayatını kaybettiği, Akdeniz’in bir mezarlığa dönüştüğü bir coğrafyada ve tarihsel bir dönemde şiir, dünya sorunlarını çözmese de, insana insan olduğunu hatırlatabilir. Şiirin nereye varacağını, kime ulaşacağını, kimlere neler söyleyeceğini önceden bilemeyiz. Leyla’nın aşkın ve ölümün imgelerini ilikleyen şiiri insana, yaşama, aşka ve ölüme dair çok şeyler söylüyor.
Nisa Leyla, Dar Paçalı Dizeler, Öteki Y., 79 s., 2019