İstanbul’un fethinin simgesel yapısı olan Ayasofya, mimari değeri ve tarihsel önemi göz önüne alınarak Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla ve Atatürk’ün imzasıyla müze statüsüne getirilmiş tarihî bir yapıdır. Yıllar içinde yapılan tüm restorasyonlar sayesinde sanatsal değeri de gün yüzüne çıkan Ayasofya, dünya kültür miraslarının en önemlilerinden biri konumundadır. Medeniyetlerin beşiği ve kesişme noktası ülkemizde tarihsel ve sanatsal açıdan bu denli kıymetli bir yapının varlığının gururu kadar, onu muhafaza etmenin sorumluluğu da üzerimizdedir.
Hepimizin bildiği gibi, “Ayasofya’nın ibadete açılması”, sürekli olarak siyasi oy çıkarları için yıllar içinde gündeme getirilen bir konu olmuştur. Yakın geçmişte Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu konuyu gündeme taşımanın gereksizliğini, mantıksızlığını, siyasi ve diplomatik uluslararası gerekçelendirmede yeri olmayışını en anlaşılır sözlerle kamuoyumuza açıklamıştı.
Bugün, başka siyasilerin zorlamasıyla tekrar gündeme gelen ve anlayamadığımız şekilde bir “egemenlik” konusuna dönüştürülen bu konunun, parlamento tartışmalarından sonra Danıştay’dan “Ayasofya’nın ibadete açılması” şeklinde çıkması, maalesef evrensel kültürel zenginliklerimize değer veren halk kesimlerinde ve dünyada üzüntü yaratmıştır. Bu muhteşem mimari eserin tarihsel değerini katbekat artıran bir özelliği de, yapımında kullanılan bazı sütun, kapı ve taşların binadan daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olmasıdır. Dolayısıyla dünya kültür mirası olarak çok anlamlı bir yerde durmaktadır. UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine de dahil olan Ayasofya, ülkeler ve dinler arası dostluğun bir simgesi olarak müze statüsünü dünya varoldukça korumalıdır!
Türkiye’de gerek tarihi gerek modern tarzda inşa edilmiş, sayılamayacak kadar çok sayıda camiye sahip olmamız, toplumda bu konuda sayısal olarak bir ihtiyaç olduğu olasılığını ortadan kaldırmaktadır. Siyasi çıkarlardan öte, her türlü ideolojik ayrışma ve polemiğin de üstünde bir konumda olması gereken Ayasofya’nın işlevselliğinden daha önemli olan, onun kültürel bir dünya mirası olarak temsiliyetidir.
Bundan 86 yıl önce, 1934 yılında, çağdaş, önyargısız, hoşgörüye dayalı, çoğulcu bir demokrasiyi, bu temelde bir insanlık anlayışını ülkemize, toplumumuza aşılamış olan Mustafa Kemal Atatürk’ün Ayasofya için “tüm insanlığa açık bir müzeye dönüştürülmesi” yönünde attığı muhteşem adımdan bugün vazgeçilmiş olmasını, ne anlamak ne de hazmetmek mümkündür.
Danıştay’a gelince, hukuka sığmayan bir kararla, Atatürk’ün ve Bakanlar Kurulu’nun tarihî Ayasofya’yı müze statüsüne geçirme seçimini hem de oybirliğiyle değiştirmeye cüret edebilmiş olması, Cumhuriyet’imizin ve adalet tarihimizin kayıtlarında şeref duyduğu sayfalarda yer almayacaktır. Gerekçe olarak Padişah’ın fetihten kaynaklanan mülkünü cami olarak vakfetmiş olmasını göstermek, tarihin akışını ve sonuçlarını reddeden, Cumhuriyet’in kuruluşunu ve büyük devrimi olmamış gibi gösteren anlaşılması imkânsız bir yaklaşımdır. Atatürk’ü bu kadar siyasi gerekçeli ve aslında hiç kimseye yararı olmayan kararlarla sorgulamak ve yıpratmaya çalışmak bu Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir kurumunun işi olmamalıdır, olamaz! Şayet medyada görüldüğü gibi kimileri şimdiden bu Danıştay kararını bir örnek ve başlangıç olarak kullanıp Cumhuriyet Türkiye’sinin kararlarını ve devrimlerini sorgulamak veya tersyüz etmek için bir araç olarak kullanmaya kalkışırsa, karşılarında Atatürk’ün asil Türk halkını ve Cumhuriyet’i bulacaklardır.
Muhalefet partilerinin bu vahim konuyu desteklemiş veya tepkisiz kalmış olmaları, Atatürk Devrimleri, Lozan ve Cumhuriyet hukuku açısından konunun derinliğine giremediklerini göstermiştir.
Sonuçta, Fatih Sultan Mehmet’in ülkemize kazandırdığı, İstanbul’un bu evrensel değerini, Atatürk’ün bize sorumlulukları ile devrettiği dünya çapında bir müze olarak saklamak, 21. yüzyılda Türkiye’ye yakışan tavır olurdu. Her fırsatta farklı dinlere saygıdan ve hoşgörüden söz edilen ülkemizde, ciddi anlamda bir prestij ve uluslararası siyasi destek kaybına da yol açan bu karar, dünyanın farklı yerlerinde şimdiden aleyhimize oluşan tepkiler vücut bulmasını doğurmuştur. En kısa zamanda Türkiye’nin bu hatadan dönmesi en büyük dileğimizdir ve inanıyoruz ki yüce Türk ulusunun hoşgörü ve barış dolu tarihî perspektifine uyan tavır budur.