Ortam

Cemal Süreya, Özkan Mert’in şiirini Papirüs’ün kapanması pahasına yayımladı / SEYYİT NEZİR

ÖZKAN MERT’LE NEHİRLER BOYU GEZİNTİ

Sorular: SEYYİT NEZİR

SN – Şiire başladığın yıllarda Memet Fuat’ın da ilgisini çektin: 1965’te Devinim’de yayımladığın “Bir Elma Büyüklüğünde Sakallarım” şiirini Türk Edebiyatı Yıllığı’na aldı (1966). Çok cesur ve kışkırtıcı, içerik yönünden zengin bir anlatım var bu şiirde:

Bembeyaz yüzümü çıkarıyorum

kınından.

Tetik sesleri gibi upuzun ellerim,

ellerim sonsuz bir /…/

Yani açtım radyoyu sonuna kadar, sonuna kadar kapadım. Düşündüm: Dünyanın

içinde trenler, lokantalar geçiyordu. Yüzüm bir boşlukta sallanıyordu. /…/

Dünyaya doğru genişlerken şairin içine doğru derinleşen, yer yer Attilâ İlhan’la dünyanın bütün bulvarlarını dolaşan bir şiirdi bu… Sonra aynı Memet Fuat’ın bu kez 1970’teki yıllığa Cemal Süreya’nın Papirüs’ünden bir şiirini, “Hayatımızdan” şiirini aldığını görüyoruz:

Çıkıp sokaklara

Hiç tanımadığım insanlarla konuşsam

Bulgur pilavının

Nasıl pişirildiğinden başlayıp

Commer’in arabasının

Neden yakıldığına kadar

Her şeyden konuşsak

Burada, sokağa dökülen kalabalıkların günlük yaşamından kesitler sunan, söylemi sıradan bir dil ve anlatım görüyoruz. Bu değişimi kışkırtan yeni toplumsal anlamlar üstüne neler diyeceksin?

 

BİR ELMA BÜYÜKLÜĞÜNDE SAKALLARIM:

İKİNCİ YENİ’NİN İÇİNDE VE DIŞINDA BİR NEHİR ŞİİR

ÖM – “Bir Elma Büyüklüğünde Sakallarım” adlı şiirimi İzmir’de, liseli yıllarda yazmıştım. 1960’ların başlarında yazdığım Lacivert Bir Zeki Müren, Zenci Portakal, Tahtadandır Sevgilimin Saçları, Laterna, Seviye Uzanan Dudakların gibi ilk şiirlerim, “Bir elma büyüklüğünde sakallarım”ın ön hazırlığıydı. Bazı şiirler “büyük şiir”e geçişin ön hazırlığıdır. İlginçtir ki, bu şiiri (63-64 yılları arasında yazdığımda), İkinci Yeni’yi bilmiyordum ve daha çok, Rus ve Fransız şiirleri okuyordum. Bu şiirde İkinci Yeni’nin tüm özellikleri var. Kısaca bu şiir, İkinci Yeni’yi bilmeden yazdığım bir İkinci Yeni şiiridir. Hem İkinci Yeni’nin içindedir ve hem de dışındadır. Çünkü İkinci Yeni’de olmayan bir enerjiyle doludur. Ve Özkan Mert şiirini daha sonra, 68’li yıllara akıtacak olan “Devrimci Militan Şiir”in ve “Evrensel Nehir Şiir”in ilk ana damarıdır.

 

SN – Peki, nedir İkinci Yeni şiiri sence? Mert – Özel – Behramoğlu – Berfe düzleminde, ‘60 Manifestosu’ ile modernleşerek devreye giren ‘Şiir’ ile arasındaki temel ayrılma nerede başlıyor? İstersen kimi anımsamalarla ilerleyelim: “Stockholm’de Mavi Saatler” (SMS), dize ve anlatım yönünden, 20 yıl önceki “Bir Elma Büyüklüğünde Sakallarım” şiirinin yeraltı ırmağıyla buluşuverdi. Nitekim Demir Özlü’nün “60’ kuşağı şiiri sokakta hazır bulmuştur.” saptamasını Necmi Selamet, şu sonuca götürüyor: 68 ayaklanmasının “olumsuzlukları, kendisine şiirden başka hiçbir sığınak bırakmamış, Özkan Mert şiirini yönlendirmiş, Türk Şiirinde ayrıcalıklı bir yere konumlandırmıştır.” Doğrusu bu vargılar, Ant’taki çıkışınızın da ucuzlatılması niyetlerine bitişiyor. Nitekim İsmet Özel, o toplu çıkışta, şiirsel söylemin yalnızca buluşla yetinemeyeceğini, söyleyeceği şeyin de önemsenmesi gerektiğini anımsatırken, içerik – biçim diyalektiğini vurguluyor. Şairi, “yaşayan, yaşama karışan ve etkileyen” bir varlık, özne olarak düşünüyor. Behramoğlu, “alışılmışın ötesinde bir şiir” arayışını yansıtıyor. Sen, İkinci Yeni’nin yanı sıra, Dağlarca şiirini de yanlış bir toplumculuk olarak görüyorsun. Berfe; “halkın yaratıcı kaynaklarıyla” daha derinde buluşmayı savunuyor. Bugün, sizin o söylediklerinizi şiirin dışında şeyler olarak göreceksek şiir için geriye postmodern tüketim ve çürüme anlayışı kalmıyor mu?

 

CEMAL SÜREYA VE ÜLKÜ TAMER 10 YAŞ DAHA GENÇ OLSALARDI…

ÖM – İkinci Yeni bir ‘İllusion’dur. Gerçekliği yoktur: Tutturma bir şiirdir. Ve hayatı sözcüklerden çıkarmışlardır. Ama bu durum İkinci Yeni’nin iyi şiir olmasını asla engellemez: İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan, Ülkü Tamer gibi büyük şairler çıkarmıştır. ‘Devrimci 60 Şiir Kuşağı’ ise Ülkemizde ve Dünya’da yaşanan büyük devrimci devinimin şiirde bir yansıması olarak doğmuştur. Demir Özlü’nün tanımıyla ‘Sokakta ortaya çıkmıştır’. Ve sözcükleri, hayattan çıkarmışlardır. Bir şiir manifestosunun, edebiyat tarihine geçmesi için o manifestonun çok iyi şairler tarafından yazılması ve toplumsal gerekliliğinin kanıtlanması gerekir. Ki bu durum, hem İkinci Yeni hem de ‘60 Manifestosu’ ile doğrulanmıştır. Çok önemli bir şey de şudur: İkinci Yeni şairleri arasında ne estetik açıdan ne de dünya görüşü açısından bir tutarlılık yoktur. Bir Ülkü Tamer ile Ece Ayhan arasındaki fark, Ülkü Tamer ile Özkan Mert arasındaki farktan daha büyüktür. Oysa, ‘60 çıkışı (hiç olmazsa başlangıçta) tam bir bütünlük gösterir: Devrimci, toplumcu ve büyülü bir gerçekçilik ve estetik. Bir ‘şehit vermemize’ rağmen, ana çizgi sürmektedir. Cemal Süreya’ya bir gün sormuştum: “Cemalcim, senin İkinci Yeni ile ne işin var?”                        –İkinci Yeni benim evim, demişti. Şunu demiş oluyor: Tüm kuşak ve akımların evi iyi şiirdir, olmalıdır. Bu da sağlam bir şiir geleneği oluşturmanın ana koşuludur.

Cemal Süreya ve Ülkü Tamer, 10 yaş daha genç olsalardı ‘60 Manifestosu’na bizimle birlikte imza atarlardı. Nitekim ülkemizin en karanlık dönemlerinde yazdığım Diren Ey kalbim, Kuracağız Her Şeyi Yeniden.. gibi şiirlerimi Cemal Süreya, gözünü kırpmadan Papirüs’te yayımlamıştır. Küçük bir anı: Yıl 1966, Cemal Süreya’yı üzerimde asker elbisesi ile Papirüs’ün yazıhanesinde ziyaret ettim. Elimde yeni yazdığım bir şiir vardı. Şiiri okudu:      –Bak, Özkan Mert! dedi. Bu şiir çok iyi bir şiir ama bunu Papirüs’te yayımlarsak, dergiyi kapatırlar, beni de, seni de içeri atarlar. Sen istersen git biraz düşün gel. Cemal, daha sonra Hürriyet Gösteri’de yayınlanan günlüklerinde, bu konuyu şöyle yazar: “Özkan gitti 3 gün 3 gece düşündü geldi. Sonra şiiri yayımladık..” Oysa daha ertesi gün gelip Cemal’e, bas! dedim, şiiri. Ve bastı. Kısacası, Manifesto’nun yayınlanmasından önceki ve çok daha sonraki yıllarda, manifestocu arkadaşlarımdan daha yakın şiirsel ilişkilerim ve dostluğum vardı Cemal Süreya ile. Ama Cemal İkinci Yenici, bense Devrimci 60 Şiiri’nin, farklı bir akımın şairiydim. Neydi bizi birleştiren? İki sözcükle şu: İyi şiir…

İLHAN BERK: SEN DÜNYALI BİR ŞAİRSİN

Aynı şeyleri İlhan Berk ve Salâh Birsel için de söyleyebilirim. Bodrum’da İlhan Berk ile arada bir buluşur, sohbet ederdik. Bir gün evinde buluşmuştuk. Önümüzdeki masada çok sayıda üzeri karalanmış kâğıt parçaları ve defterler vardı. Ansızın sordu bana:

–Sen yazarken ya da sonra  notlar alıyor musun?                                                              –Çok fazla değil.                                                                                                          –Olmaz! dedi. Sürekli notlar almalısın. Sen dünyalı olmayı iyi başardın!                            Benim 3 bölümden oluşan uzun şiirlerimden Bir Dünyalının Notları adlı şiirimi okumuştu.

–Evet! dedim, üzerinde çok çalıştığım uzun bir şiir.

–Ama çok daha fazla durmalısın ve derinleşmelisin ‘Dünyalı olmak’ üzerinde, bu sana büyük şiirin kapılarını açar… içindesin zaten.

‘60 Şiiri Manifestosu’na katıldığım zaman daha ilk şiir kitabı bile yayınlanmamış 25 yaşında bir gençtim. Söylediklerim arasında yeterince iyi söylenmemiş ya da eksik söylenmiş şeyler vardır elbet. Ama bunların hiçbiri şiirin dışında değildir. Neruda’lardan, Nâzım’lardan uzayan modern dünya şiirinin ustalarından geçen büyülü, çalkantılı, gerçekçi Evrensel Şiir’in izini sürdü hep. Bir Elma Büyüklüğünde Sakallarım adlı şiirimde varolan kışkırtıcı, renkli, diyalektik dil ve içerik daha evrensel boyutlarda devam ediyor. 60 yıl önce yazdığın Diren Ey Kalbim, Kuracağız Her Şeyi yeniden vb… şiirlerim sanki bugün yazılmış gibi gösterilerde, sokaklarda, salonlarda okunuyor. Ülkemiz askerî darbeli günlerden çok daha kötü durumda… Bu da şunu gösteriyor: Hiçbir şey şiirden kaçamaz.

SN – Geri dönüşlerle ilerlemeyi sürdürelim: Bu arada Kuracağız Her Şeyi Yeniden kitabın hakkında açılan dava 12 Mart faşizminin dayatmasıyla mahkûmiyetle sonuçlanınca soluğu yurtdışında aldın. Uzun süre adın öne çıkmadı. Derken epeyi sonra Broy’da ansızın çok etkili bir şiirle yer aldın: “Kalbim Parlardı Bir Hançer Gibi”… (Eylül 1986) Şiir ilgi görünce dosyayı gönderdin ve 1987’de Stockholm’de Mavi Saatler, Broy Yayınevi’nin 33. kitabı olarak yayımlandı. Sizin İkinci Yeni eleştirinizden “kendine düşen payı alan” Cemal Süreya ise Gösteri’de şöyle karşıladı (1989): “Şiiri; dizeyi, imgeyi, dünya konukluğunu nasıl yakaladı! … Her yanıyla gerçek bir şair karşısındayız.” Bu olaylar seni zaman zaman düşündürmüş olmalı

 

STOCKHOLM’DE MAVİ SAATLER: DÜNYAYA YAPIŞIK ŞİİRLER

ÖM – Evet! Cemal Süreya, daha sonra İlhan Berk’in de yaptığı gibi, ‘Dünya konukluğumu’ ve  buna bağlı olarak gelişen Evrensel Şiir çalışmalarımı yakaladı ve vurguladı.                                                                                        Stockholm’de Mavi Saatler’in benim şairliğimde çok önemli bir yeri vardır.12 Mart faşizmi Kuracağız Her Şeyi Yeniden (1969) adlı ilk şiir kitabımı mahkûm edince yurtdışına çıktım (1972). Ve 1973 yılında İsveçten iltica hakkı aldım. Yepyeni bir ülke, yeni bir dil, yeni bir kültür, her şey yeni… Sanki kökünden sökülüp yabancı bir toprağa ekilen bir ağaç gibiydim. Bir süre koordinatlarımı yitirdim. Çılgın, tehlikeli ve renkli bir serüvenin içinde buldum kendimi. Dil öğrenmek, dünya gezileri, kadınlar, üniversite, sinema, liman işçiliği vb. Bu süreç içinde şiir yazamadım. Ama hayatım muhteşem yaşantılarla doldu. Bu yaşantıların bir gün şiire dönüşeceğini biliyordum. Senin Cağaloğlu’ndaki (daha önce De Yayınevi olan) Broy Yayınevi yazıhanesinde oturduk ve Stockholm’de Mavi Saatler’in yayımlanmasını konuştuk. Ve kitap, söylediğin gibi, Şubat 1987’de, Stockholm’de Mavi Saatler adıyla Broy Yayınevi’nin 33. kitabı olarak yayımlandı. Bu kitap; kapağıyla, içindeki şiirlerle, benim “ölü dönem”imin bitişini ve evrensel şiire açılışımı müjdeledi. Yukarda da söyledin, kitabı ilk alkışlayan da Cemal Süreya oldu. Yılın en iyi şiir kitabı ilan etti. Böylece, söylediğin gibi, Stockholm’de Mavi Saatler, dize ve anlatım yönünden, 20 yıl önceki “Bir Elma Büyüklüğünde Sakallarım” şiirinin yeraltı ırmağıyla buluşuverdi.

 

50 YIL SONRA DÖRT ŞAİR

SN – Bu ayrıntılardan sonra yeniden SMS’in şiirsel yanına gelelim. Bu kitaptaki hayat dolu ses ve sözcük taşkınlığı, anlam çağlayanı için Ataol Behramoğlu şöyle diyecektir: “… Bir gün Özkan Mert’in şiirleri üzerinde uzun uzun durulacak… Çünkü özgün ve her zaman değer taşıyacak çok şey var onun şiirlerinde.” (Yaşayan Bir Şiir, Broy Y., 1987, s. 153-157). İyi ama 1969’da şiirlerindeki tek tek karşı çıkıştan omuzdaş bir devrimci atılım oluşması niyetiyle 4 şairi buluşturan Osman Saffet Arolat’ın bu girişimi daha başından çatlayınca  araya yıllar boyu giren kopukluk sonrasında bu sözler ne anlama geliyor? Arolat’ın 50 yıl sonra sonuçsuz kalan bir niyeti daha var elbet… Bunu Varlık’ta (1983) Edip Cansever, Turgut Uyar ve Cemal Süreya’yı buluşturarak daha önce Tomris Uyar yapmıştı, biliyorsun ki…

ÖM – Arolat’ın yıllar sonra bizi buluşturmak istemesi, ‘yeniden bir araya getirmek’ amacı taşımıyor. Yalnızca yıllar sonra, şiirlerimiz ve hayatımız nereden nereye geldi’nin bir yanıtını aradı. Bu söyleşi, Arolat’ın kitabının  yayımlanışından yıllar önce yapılacaktı. İstanbul’da bir evde buluştuk, söyleşiye ben ve Ataol geldik. Berfe katılmak istemedi. İsmet Özel, gelmedi; mazeret de bildirmedi. Yıllar sonra Osman Saffet Arolat, sorularına verdiğimiz yazılı yanıtları içeren, 50 Yıl Sonra Dört Şaire Sorular kitabını yazdı. Kuşaklar, şairleri doğuran ana karnıdır. Doğduktan sonra kendi yollarını, ırmaklarını, sözcüklerini, yaşamlarını seçerler.

Şiirlerim üzerine çok şey yazıldı.Türkiye’de ve yurtdışında üzerine tezler  hazırlandı. 25 yazarın şiirim üzerine yazı ve araştırmalarını, söyleşileri içeren Kıtalar Ve Kültürler Arasi Bir Dünya Şairi adlı dosya hazır, yayımlanacak yakında. Hakkımda yazılanlar için burada ayrı bir yoruma gerek yok kanımca.

 

SÖYLEŞİ SÜRÜYOR: Seyyit Nezir soruyor, Özkan Mert yanıtlıyor:

ELEŞTİRMENLER NEDEN GÖRÜR, NEDEN GÖRMEZ?

3 Ağustos Pazartesi sanatolayi.com’da…

 

 

 

Paylaş