AYDINLARA VE SANATÇILARA ORTAK SORULARIMIZ
1. Kapitalizmin doğayı ve insan doğasını bozarak ve tüketerek uygarlığı geri dönüşsüz bir yok oluşa sürüklediği savını haklı buluyor musunuz?
2. Amerikalı Marksist David Harvey bugünkü teknolojik gelişmelerde insanlığı anbean denetleme ve sınıfsal tahakküm tehdidinin varlığını vurguluyor. Bu tehdidi özellikle 5G ve Yapay Zekâ (YZ) teknolojilerinin daha da güçlendirdiği yönünde bilim adamlarının kaygılarını paylaşıyor musunuz?
3. Üçüncü binyılda insanlığı teknolojik donanımlı Yeni Ortaçağ’a sokma çabasındaki küresel oligarşiyi –teknolojik ve ekonomik gelişmede önderliği yakalamasıyla– Çin’in durdurabileceği (David Harvey) görüşüne katılıyor musunuz? 5G ve YZ teknolojilerine karşı kitlesel gösterilerin başladığı aşamada Kovid – 19 salgınıyla girilen sürecin sonunda insanlık için nasıl bir gelecek tasarımı öngörüyorsunuz?
4. Postmodernizmle birlikte felsefe ve sanatın insana karşı sorumluluk duygusunu yaygın olarak yitirdiği eleştirisini yerinde buluyor musunuz? Bugün insanın yok oluş sürecine sokulduğu bir dünyada sanatçı ve düşünürler ne yapmalıdır?
ÖNER YAĞCI
İnsanlık bir yandan sel, yanardağ, deprem, kıtlık, yangın, salgın gibi doğal felaketlerle bir yandan da kendisinin yarattığı felaketlerle karşı karşıya kalıyor, onlarla baş etmeye uğraşıyor.
İnsanlık insanlığın kurdu, felaketidir.
İnsanlığın belalarıyla dolu tarih. Dünya İmparatorluğu kurmaya heveslenenlerin insanlığa ettiği kötülüklerle, örneğin yüzyıllardır süren dil, ırk, inanış, kültür, uygarlık, milliyet katliamlarıyla dolu tarih. Köleleştirmeler, köle emeği üzerinde yükselen zenginlikler, saraylar, uygarlıklar bir gerçek. Sömürgecilik, Çin’in, Hindistan’ın, Afrika’nın, Latin Amerika’nın yağmalanması bir gerçek.
Emperyalizmin dünyanın zenginliğinin tamamının sahibi olmak için insanlığa getirdiği Dünya Savaşları, Nazi kampları, atom bombaları, soğuk savaştan sonra “Dünya İmparatorluğu” demek olan “Küreselleşme” de insanların birbirlerinin başına açtığı bir beladır. Yeni, güncel, güçlü, etkili, yaygın, yok eden bir bela.
Emperyalizmin kapitalizmle başlamasından itibaren doğayı ve insan doğasını yıkıma uğrattığını görmezden gelmek olanaksız.
Bilim ve teknoloji, yaşamın her alanında atılan adımlarla olağanüstü hızlı bir biçimde gelişiyor ve aslolan bu gerçekleşmenin de insan eliyle olduğudur.
Bilim ve teknolojinin büyük sermayenin, uluslararası tekellerin elinde olması elbette sınıfsal tahakkümü getiriyor. Buna karşı çıkarken teknolojik gelişmeye tavır almak yerine teknolojinin ezilen sınıflarca kullanılması savaşımında güçlenmeyi yeğleyen politikalar ve örgütlenmeler üretmek gerekir.
Emperyalist piyasa koşullarına ve kurallarına, elindeki ucuz işgücü silahını kullanarak ve piyasanın gerektirdiği doğrultuda adımlar atarak başarıyla uyum sağlayan bir başka süper güç olan Çin’in genel olarak bilim ve teknolojideki tekellerin egemenliğini kıracağını beklemenin boş bir hayal olduğunu düşünüyorum.
Bu belanın toprağımıza ve yaşamımıza getirdiklerine bakınca felsefe ve sanatımızın nerelere götürüldüğü konusunda da önemli sonuçlara ulaşırız.
Tarihi boyunca, sürekli belalarla, saldırılarla karşı karşıya kalmış olan Anadolu tüm bunlarla baş etmesini bilmiş ve onları güzelliğinde yok etmiştir.
Emperyalist paylaşımın Sevr dayatmasıyla karşı karşıya bıraktığı Anadolu, Kurtuluş Savaşı’yla bu dayatmayı Lozan’a dönüştürmeyi başardıktan bir süre sonra bile yeni belalarla savaşmak zorunda kaldı. 1930’lu yılların kuruluş ve yapılanma döneminden sonra yaşanan 1940’lı yıllardaki aydınlık ve karanlık savaşımından aydınlık güçlerin yenik çıkmasıyla NATO’ya giriş, ikili anlaşmalar gibi atılan adımlar “Amerikan Yaşama Biçimi”nin özendirilmesini de getiriyordu. 1950’li yılların başında “Küçük Amerika olmak” düşü bela olmuştu toprağımıza. Bu yaşama biçimi ve bu düş “soğuk savaş” ve sol düşmanlığı politikasıyla karşıt sesleri susturup egemenliğini pekiştirirken kendi ideolojisi, kültürü dışındaki her şeyi yok etmeye başlamıştı. 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 operasyonları bu eylemin önemli dönemeçlerindendi, 1990’lı yıllar küreselleşmenin uluslararası alanda da etkinliğini pekiştirdiği yıllardı.
Ahmed Arif’in tarihi boyunca kendisini tutsak almak isteyenleri bağrında eritmeyi bilen Anadolu’yu anlatan şiiri tam da bu gerçeği vurguluyor:
“…Binlerce yıl sağılmışım/ Korkunç atlılarıyla parçalamışlar/ Nazlı seher-sabah uykularımı/ Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar/ Ne İskender takmışım/ Ne şah, ne sultan/ Göçüp gitmişler gölgesiz/ Selam etmişim dostuma/ Ve dayatmışım…”
Sanat gücünü insandan alır; insansa gücünü bin yıllardır insanın yarattığı ilk destanlardan, ilk iş türkülerinden, ilk mağara resimlerinden beri gelen sanattan alarak Yeni Dünya Düzeni’nin dayatmalarına karşı direnir. En zorba düzenlere, en koyu karanlıklara direndiği için var olmuştur sanat da insan da. İnsana sanat, sanata insan; yaşama sanat, sanata yaşam yakışır.
Her şey kendisini yok edecek çelişkiyi de bağrında taşır. Üstelik bu çelişki, görkemli mirasımızla, sanatımızın, aydınlığımızın kıvancı olan ustalarıyla ve onların yüzlerce yapıtıyla bize güç katıyor.