Sinema Tutkunu Bir Şair: Ülkü Tamer
sorular: NESRİN ARMAN
Nesrin Arman, Broy Şiir Dergisi’ne çevirileri ve yayın danışmanlığıyla
önemli katkılar sağlamıştı. Broy Yayınevi’nde Neruda’nın
Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak adıyla yayımlanan denemeler kitabını
güçlü bir Türkçe kullanımıyla çeviren Arman’ı
Değirmendere Belediyesi’nin çağrılısı olarak bulunduğu sırada
17 Ağustos 1999 depreminde kaldığı otelin sulara gömülmesi sonucu
yitirdik. Ülkü Tamer’le söyleşisini (Broy, Ekim 1986) Eskilerden
belgeliğimizde sunarak Arman’ı saygıyla anıyoruz / editör.
NA – Sayın Ülkü Tamer, toplu şiirler kitabınız Yanardağın Üstündeki Kuş, 7 bölüm içeriyor. 1959 yılında kitap olarak basılan Soğuk Otların Altında adlı bölümden son şiirlerinizi oluşturan Antep Neresi bölümüne dek çeşitli konulara, çeşitli biçim denemelerine girmişsiniz. Ama hemen tümünde dikkat çeken bir özellik var: Doğadan kopamayışınız… Doğa neden bunca iç içe şiirinizle?
ÜT – Doğrusunu isterseniz, bunun nedenini ben de tam olarak bilemiyorum. Şunun için bilemiyorum: Aslında doğayla pek iç içeliğim yoktur benim. Yaz tatilinde Bodrum’a giderim; neredeyse döneceğimiz güne kadar kapalı bir kahvede dostlarımla okey oynarım. Yürüyüşlere çıkmam. Bir ormanda yarım saat kalsam sıkılmaya başlarım. Ağaçlardan ancak selviyi, bir de salkımsöğüdü tanırım. Ama şiirimde, söylediğiniz gibi, doğa hep oldu.
Ben, kendimi eleştiririm: eleştirmeyi, kendi kendimle dalga geçmeyi severim. Eleştirilecek birçok yanım var. Ama şiirlerime bakıyorum da, özellikle son şiirlerimde, doğanın varlığı, benim bu yaşama biçimime rağmen yapay görünmüyor bana. Belki de içimde yarattığım bir doğanın yansımasıdır bu.
NA – Gökyüzü ve yıldızlar, kanatlarıyla rüzgâr toplayan kuşlar, çatlayan nehirler, sınırsız bir özgürlük duygusunu taşıyor şiirlerinizden bize, yine doğanın aracılığıyla… Belki de özgürlük en güzel biçimini doğada yakalıyor. Ne dersiniz?
ÜT – Demin söylediğim gibi, tam bilemiyorum. Belki de kendini odalara, bürolara, kahvelere kapatan bir adamın özgürlüğe değil de sınırsızlığa özlemidir.
NA – Genel şiir biçeminizde gözlenen o masalsı havayla harmanlanan lirizmin o incelikli dokunuşları neredeyse bir müzik tadı veriyor. Zaten müzik olayıyla yakından ilgili olduğunuz hepimizce biliniyor. Bize bu yönünüzü biraz daha açar mısınız?
ÜT – Müziği severim. Gerçekten çok severim. Mozart’a, Corelli’ye, Zülfü’ye, Yavuz Top’a, Saadettin Kaynak’a, neredeyse her besteciye, her “icracı”ya bayılırım. Tabii bazılarına daha çok bayılırım.
Müzikle ilgim dinlemekten ve Zülfü’nün müziğine söz yazmaktan ibaret… İcrada benim kadar felaketi herhalde Ortadoğu’da yoktur. Bir ara, tiyatro oyunculuğum sırasında, Gülriz’le Engin neredeyse yalvarırlardı: “Müzikallerde, toplu şarkılarda sen ağzını aç kapa, şarkı söylüyormuş gibi yap, ama söyleme” diye.
Müzikle “profesyonel” olarak ilgim, yine şiirden kaynaklanıyor. Besteye uygun şiirler yazmaya çalışıyorum.
NA – “Her şarkı sözü bir şiirdir” deyişinizden yola çıkarak, şarkı-şiirlerinizde halk edebiyatının etkinliğini yoğun biçimde görmek olası… Ve bunların bir bölümü de zaten ünlü halk ozanlarımıza adanmış. Bu biçemi kullanmak özel bir anlam taşıyor mu sizce?
ÜT – Sözünü ettiğiniz etkiyi, sadece o şarkı sözlerinde değil, son şiirlerimin hemen hepsinde görebilirsiniz. Müzik belirli kalıplar, belirli üsluplar içinde olunca, sözlerin de o kalıplara, o üsluplara uygun olması gerekiyor (Burada, Zülfü’nün yaptığının halk müziği olmadığını, o müzikten yola çıkarak, o müziği geliştirerek çağdaş yapıtlar olduğunu belirtmek isterim).
Bu biçemi kullanmamın bir nedeni daha var: Kulakta kalması… Şarkı için, bence, çok önemli bir şey bu. Sözleri ölçülü uyaklı bir şarkı, çok daha kolay kulakta kalır, ezberlenir, yaygınlık kazanır.
İki şarkı sözümün, şiirimin, halk ozanlarına adanmasına gelince… “Güneş Topla Benim İçin”, Karacaoğlan’ın “Çiçek Topla Benim İçin”inden, “”Selâm Olsun” da Yunus’un ünlü şiirinden yola çıkarak yazılmıştı. O şiirleri, çok sevdiğim bu iki ozana adamak benim için bir gönül borcuydu.
NA – Bir bölüm şiiriniz, doğrudan, kişiler adına yazılmış. Yüklü bir duyarlığın izlerini taşıyan bu şiirler sıcacık dostluklara, unutulmazlıklara yer veriyor. İçinizde bitmek tükenmek bilmeyen bir sevgi kaynağının şiire dönüşüp sunulması olarak değerlendirebilir miyiz bunu?
ÜT – Sanırım… Keşke becerebilsem de Yaşar Kemal’e, Emel’e, Muzaffer İlhan Erdost’a şiir adamakla kalmasam, onlar için de şiirler yazsam. Cemal için, Erdal için, Zülfü için, Engin’le Gülriz için, Dede (Orhan Çağman) için, Hoca (Vedat Türkali) için, Mehmet (Karaca) için, Erik (Stinus) için, sevdiğim binlerce kişi için şiir yazsam… Tabii Memet Fuat için de…
NA – Ünlü “Virgül”ünüzün serüvenleri de yer alıyor toplu şiirleriniz arasında. Virgül, şair bir yüreği ve külhan bir yürekliliği taşıyor. Bu şiir dizisiyle neyi vermeyi amaçladınız?
ÜT – Özel olarak belirli bir amaç taşımadım. İlk virgül şiirim, Soğuk Otların Altında’nın ilk basımında yer alıyordu: “Aferin Virgül”. Kitabın sonundaki şiirlerden herhangi biriydi bu. Yıllar sonra, bir virgül şiiri daha yazdım. Kısa sürede bunlar çoğaldı, sevgili dostum Oğuz Aral’ın bence inanılmaz derecede güzel çizgileriyle bütünleşerek bir kitap oldu. Virgül, belki de ufacık tefecik şeylere başkaldıran kederli bir çocuktur. Kendi çocukluğumla ilk gençliğimin bir karışımıdır.
NA – Şiirin yanı sıra müzik ve her ikisinin yanı sıra sinema… İzleğini sinemadan alan şiirleriniz azımsanacak gibi değil. Bunu sinema – şiir dili bağlamında ele alırsak nasıl bir sonuca varırız?
ÜT – Sinema benim belki de en büyük tutkum. Çocukluğumdan bu yana… Okumayı sinema afişlerinden öğrendim, diyebilirim. 1940’ların ünlü Amerikan oyuncularının yanı sıra Yusuf Vehbi’lerle, Enver Vecdi’lerle, Leyla Murat’larla büyüdüm ben. Çocukluğumun en önemli kişisi, Antepli bir sinemacı olan Nakıp Ali’ydi. O zamanlar, “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorarlardı bana. “Sinemacı olacağım” derdim. Sonra açardım: “Artist değil, sinemacı… Sinemam olacak, film oynatacağım.”
Büyüyünce sinemacı olamadım; ama Amarcord gibi, Macarlar gibi filmleri Türkiye’ye getirdim, onların gösterilmesini, değerli dostum İsmet Kurtuluş ve rahmetli ağabeyi Orhan Kurtuluş’la birlikte sağladım.
Bu etkiler, bu birikimler, şiirime sinemanın da girmesine yol açtı tabii… Yoksa sinema – şiir dili gibi bir konuda “kuramsal” olarak hiç düşünmedim.
NA – Sinema dedik, sürdürelim… Hem bir şair, hem de sinema ile yakından ilgili biri olarak, insanoğlunun çağımızda giderek genişleyen boyutlara varan yalnızlığına ve giderek içedönüklüğüne bu iki önemli anlatım aracının bir çözüm getirmesine katkıda bulunacağına inanıyor musunuz?
ÜT – Bu, “alıcı”ya bağlı. İnsan isterse sinemadan da, şiirden de önemli katkılar elde edebilir. Birçok şeyden elde edebileceği gibi…