Edebiyat

Yurdunu ve Şiiri Yüreğinde Sevdayla Taşımak: NÂZIM HİKMET – VI / Gençlik şiirleriyle sonuncular arasındaki gizli halkalar // seyyit nezir

O, ne bir başına gerçeğin sözcülüğüyle, ne de estetik yenilenmeyle ye­tindi. Estetik deha odur ki, içerik ve biçimin aynı özde somutlaşmasını, her dizesinde ve her sözcükte yoğun olarak duyurur. Bu, şiirin kendini belli bir yetkinlikte yinelemesini de ön­ler. Salkımsöğüt’ten Saman Sarısı’na uzanan o görkemli macerada, yaşam ve şiirin tehlike­lerle dolu birliği, her şiirinde izlenir. Her şiir, yeni bir serüvendir; bu serüven zincirinde ne ilk, ne de son halka vardır: Tarihten gelip tarihe katılır.

İlk şiirleriyle sonuncular arasındaki gizli halkalar

Nâzım’ın şiirini bütünlüklü olarak üstlenmek, onun hakkı olduğu kadar, sosyalistlerin de görevidir. Bu şiirin başlıca temalarını anımsayıverdiğimiz zaman bile bu gerçek görülecektir:

Nâzım Hikmet, bilimsel sosyalizmin gerçeklik kavrayışı ve hedeflerini şiirine özümsemiş, Marksist ideolojiyi şiirinin omuriliğinde içermiş bir şairdir. İnsanlığın gerçek kurtuluşu ütopyası, Nâzım’ın şiirinin varlık nedenidir. Ama bu şiir, varlık biçimini de, içinde yaşadığımız dünyada bulur. Ağırlık noktasına ideolojiyi, kendi yaşamında hemen her ayrıntının izlerini bırakarak somutlaştığı çağını koyan, gerçeklikle ütopya, dünle yarın arasında durmaksızın diyalektik bir uzanım ve genişlemeyle gidip gelen bir vargel şiir:

         Açlık ordusu yürüyor

         şehirleri omuzlarında taşıyıp

         daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri

         fabrika bacalarını

         paydostan sonraların tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.

Görülüyor ki, Nâzım’ın son şiirlerinden biri olan “Açlık Ordusu Yürüyor”, ilk şiirleriyle sonuncular arasındaki gizli halkaları, çakan şimşek misali apaydınlık ediyor. Şair, dünyayla ilişkisinde cezaevi penceresiyle yetinmeyerek dünyayı içine taşır, orada biriktirip yüklendiklerini sürekli açılıp kapanışlarla yineleyip yenileyerek şiire pompalar ve yaşama boca eder. İşte bu özünden ötürüdür ki, onun şiiri, insana karşı­ olan, insanlığı tehdit eden hiçbir safsatanın yakasını bırakmayacak, bugünü ve geleceği için savaşan insanın elinden düşmeyecektir.

Parti’ye en geniş insani ufuk imgesi

Nâzım Hikmet, çağdaş bireyin toplumsal etkinlik ve örgütlülükle en yetkin düzeyine yük­selebileceği bilincine süreklilik kazandırma tavrından geri durmadı. Bunun Partililikle ger­çekleşeceğini bildiği için dünya görüşünün en özgür ve zengin somutlaşma ortamı olarak Parti ufkunu içselleştiren ve ondan sürekli taşan bir oylumda yer aldı. Şiirinin Parti hedef ve ilkeleriyle donanması, örtüşmesi ama bu ufka sığmayışı bu yüzdendi. Yine bu yüzden, kendini yaratma sürecinin bu kolektif ortamında bireyi edilgin bir konuma sınırlamadı. Tam tersine, şiiriyle Parti için düşünsel, duygusal atılım ve donanım olanakları getirdi. Parti, Nâzım’a ideoloji ve güç; Nâzım, Parti’ye en geniş insani ufuk imgesini kazandırdı, bunun yaşarlığına güncel çabaların yetmeyeceğini vurguladı:

orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte

                   ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara

         ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zor

Nâzım Hikmet, işçi sınıfından ve emekçilerden öğrenmeyi, onları kurtuluş bilincine yükseltmeyi, yeni bir dünyanın ilmeklerini bulmaya yöneltmeyi yaşamı boyunca şiar edindi. Şiiri, insan emeğinin, insanın yarattığı değerlerin yükselticisi oldu. Sömürüyle, baskıyla amansız bir savaşa tutuşurken, bu savaşın en son hedefine işçi sınıfıyla, onun iktidarıyla varacağından bir an kuşkuya düşmedi. İşçi sınıfı, er geç kuracağı Emekçiler Cumhuriyeti ile yalnızca burjuvazinin egemenliğini ortadan kaldırmış olmayacak, bireyin gerçek özgürlük dünyasının yaratıcısı olacaktır. Bu dünyayı tuğla üstüne tuğla koyarak ören işçilerin ter ve bahar kokusu Nâzım’ın şiirine boşuna sinmemiştir:

Türkiye işçi sınıfına selâm!

         Selâm yaratana!

         Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm!

         Bütün yemişler dallarınızdadır.

         Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,

         haklı günler, büyük günler

         gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,

         ekmek, gül ve hürriyet günleri.

Ulusal gurur kaynağının evrensel uçları

Nâzım Hikmet, bir ayağı kendi toprağında, kendi insanında olan, öbürüyle ise yeryüzünde basmadık toprak parçası bırakmayan bir şairdir –buna, Türkçe adlı dil ülkesi dahildir. İşçi sınıfının, Türkiye insanının tüm insanlık için anlam taşıyan değerleri ulusal gurur kaynağıdır. Halkların bin yıllardır kavimler kapısında oluşturduğu kültürel birikim, insanımızın dostluk ve dayanışma duygusu, onun yurtseverliğinin kökleridir. Ama köklere bağlılık, milliyetçilikle yetinmek yerine, kendini asıl, evrenselliğe ulaşmanın somut birikimini yaratma sürecinde gösterir. En çok yurt özlemini dile getirdiği şiirinde, bu özlemin evrensel duyarlılıktan esinlendiği görülür. Bu nedenle, yurtsever olduğu oranda enternasyonaldir; biri olduğu için ötekini de içermektedir; ulusallığı, bütün halkların yüreğinden geçen bir coğrafya ve tarih boyutunda gelişir. Şiiri, Türkiye işçi sınıfına dünya işçilerinin selamıdır; emeğin evrensel merhabasıdır:

Yıllardır görüşmedik Macar toprağı, kardeş toprağım.

         Düşlerime girer oldun ister inan, ister inanma.

         Kayısı rakın gibi vuruyor başıma kokusu Tuna ırmağının,

                                      salamilerinin ve kırmızı biberlerinin.

Nâzım Hikmet, sosyalizmin bütünsel ufkunu, yalnızca kuramsal verilerden değil, yaşamdan gören bir şair. Sosyalizm için yapılan her şeye şiiriyle güç katmak bir özveriden çok, yaşam biçimidir onda; şiirinin olmazsa olmaz öğesidir. Sosyalist ilkeler adına insana ve bu demektir ki emeğe ters düşen hiçbir uygulama Nâzım’ın eleştirisinden kaçamamıştır. Çünkü sosyalizm; işçi sınıfının ve sömürülen insanlığın bir hedefi olduğu kadar, in­sanın insanlaşmasının bir aracıdır da. Onun şiir dünyasında, somut olandan daha gerçek daha doğru hiçbir veriye yer yoktur:

Berlin sokaklarında Spartaküslerle yan yana dövüşmüş Osman

         o mu söyledi bana adınızı

         adınızı ilkönce Süleyman’dan mı duydum

         yirmi birde Anadolu’da bir köy odasında

         yirmi birde Anadolu’da bir köy odasında kurumuş kanla karışık

                                                                            toprak kokuyordu

         yaralılar sırtüstü yatıyor

                                      gözleri alabildiğine açık

                                                         inlemiyorlar

         sizin yolladığınız silahlarla dövüştü Türk milleti

                                                         emperyalizme karşı yoldaşım

         adınızı bir köy odasında çıra ışığında Süleyman’dan mı duydum

Nâzım Hikmet, tarihin önüne koyduğu insani özü, dönüştürücü bir içerik biçim diyalekti­ği içinde sürekli yenileyerek yaşamla yüzleştirir. Yaşamı her an kovalayan, bir o kadar da peşinde sürükleyen bir şiir… Bu nedenle, şiirin bütününde olduğu kadar, tek tek şiirlerinde içerik ve biçimin böylesine aynılaştığı bir başka şairden söz etmek çok güçtür. Yalnızca ül­ke şiirinin geleneğini üstlenmekle kalmayıp dünya şiirini edinmek ve daha sonra kendine evrensel bir alan açmak…

İdeolojiyi yaşamda aşma

Nâzım’ın şiirini siyasi ufukların ötesinde bir gerçekleşmeye ya­yan işte bu gücüdür. O, ne bir başına gerçeğin sözcülüğüyle, ne de estetik yenilenmeyle ye­tindi. Estetik deha odur ki, içerik ve biçimin aynı özde somutlaşmasını, her dizesinde ve her sözcükte yoğun olarak duyurur. Bu, şiirin kendini belli bir yetkinlikte yinelemesini de ön­ler. Salkımsöğüt’ten Saman Sarısı’na uzanan o görkemli macerada, yaşam ve şiirin tehlike­lerle dolu birliği, her şiirinde izlenir. Her şiir, yeni bir serüvendir; bu serüven zincirinde ne ilk, ne de son halka vardır: Tarihten gelip tarihe katılır.

Henüz vakit varken, gülüm,

Paris yanıp yıkılmadan,

henüz vakit varken, gülüm,

yüreğim dalındayken henüz,

şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz

söğütlerin altından, gülüm,

ıslak salkımsöğütlerin.

Paris’in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,

en güzel, en yalansız

Nâzım, “komünizm öldü” safsatasının ardından “şiirinin de öldüğü” yalanıyla sürdürülen kuşatmayı ve bunun kafalardaki sislerini artık dağıtmış bulunuyor. İdeolojiyi yaşamın kıyılarında dolaşarak doğrulamaktan çok, yaşamla doldurma, zenginleştirme, dahası yaşamla aşma girişimi ancak onun göze alabileceği büyük çabalar ve deneyimler istiyordu. O; hem ulusal hem evrensel zeminde İstiklâl Savaşımızın yaşam ürünlerini ve Ekim Devrimi’nin evrensel deneyimlerini yaşayıp edinmekle kalmadı. Mapusane yaşamında yıllar boyu gün yirmi dört saat birlikte olduğu insanların davranışlarına ve sözcüklerine yüzyıllar içinden süzülüp gelerek sinmiş olan nice ayrıntıyı tekrar tekrar kendi eleğinden geçirerek onları oluşturan bütünlüğün sırrına erdi, ideolojiyi yaşamla zenginleştirdi ve aştı: Çünkü yaşamı somut zenginliğiyle, “gerçekliği mümkün olduğu kadar çok tarafıyla vermeyi” başardı.

Yarın:

Nâzım’da Dil Ve İnsanın Aynılaşıp Tekleşmesi 

Paylaş