Divan

‘Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor’ üstüne bir inceleme

MELİHA YILDIRIM

“Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor -Anı – Deneme Kitabı”nı okumaya başladığımda bir an yazarı Hasibe Ayten’le sohbet ettiğimi düşündüm. Sohbet tadında anı – deneme kitabı olmuş. Şiirin kulağımızda bıraktığı ses ahengiyle okuyoruz şair – yazarın anılarını. Her satır ayrı bir şiir sanki. Eskilerin seci dediklerine benziyor. Kendi içinde yer yer uyaklar; bir şairin kalemi düzyazıda da bile şiirsel oluyor.

“Hasibe Ayten bilemediğimiz, düşünemediğimiz neler söyleyebilirdi, okuyucuya? Sonuçta dile düşmemiş anıları yoktur ünlenen insanların.” Bir taraftan kitabı ele almadan bunları sorguluyordum kendimce. Bir yandan kitabın kapağındaki şair – yazarların fotoğraflarına bakıyordum. Cemal Süreya, Hasan Hüseyin, Vecihi Timuroğlu, Gülten Akın, Nedret Gürcan, İlhan Berk, Adnan Gerger, İnci Gürbüzatik…

Kitabın adından da anlaşılacağı üzere, yapıtları elimizden düşmeyen yazıncılarımızın kimilerinin yaşamları kısa olmuş, kuşlar gibi uçup gitmişlerdi. Onlarla ilgili neler kalmıştı belleğimizde?

Hasibe Ayten’in belleğindekiler onda iz bıraktığı kadar, bu coğrafyada yaşayanlara da anıların izlerini bırakıyor. Kimine şimdi, kimine sonra bırakacaktır, diye düşünüyorum. Cemal Süreya’nın, İlhan Berk’in, Hasan Hüseyin’in kimlerin kaleminden ne zaman nerede karşımıza çıkacağını bilemezdik! İşte, Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor’da, yazarların hayatları küçük anlardan – anılardan ibaret olsa da ilginçliklerle dolu. Hasibe Ayten anı – deneme demiş başlığın altına fakat kitap bu sınırları aşmış; sohbet, söyleşi, röportaj, gezi incelemelerini de içermiş –İnci Gürbüzatik’in Misket, Adnan Gerger’in Yüzsüz Hayat romanı–. Yazar, sözü dolandırmadan, belirgin, çoğu yerde olay örgüsü, hatta kurgulu öykü şeklinde kaleme almış kitabını. Anısını paylaştığı yazar ya da şair filmin başrol oyuncusu gibi gözlerde canlanıyor, okura izletiliyor sanki.

Hasibe Ayten’in kitabı, Cemal Süreya anılarıyla başlıyor. ‘50 kuşağı, İkinci Yeni’nin öncü şairlerinden… Büyük şairlerin kırılganlıklarının da büyük olduğunu biliriz. Onlar, gündelik hayatlarında ne yer içerler, ne konuşurlar, merak ederiz. Cemal Süreya, Hasibe Ayten’in yayımladığı, Aylık Ekin ve Yazın Dergisi Sesimiz’in güçlenmesi, yazın dünyasına faydalı olması için el verir. “Hasibe, Anadolu’dan çıkıp gelen, yazına gönül veren bir kızsın sen. Birçok arkadaşımızın başaramadığı onlarca sayıyı yayımlayarak yaşatıyorsun. Ben de yazacağım, ‘Dr. Lokman’ imzasıyla, portreler çizeceğim. Görsel sanatlara da değineceğim” der. Böylece dostlukları da başlamış olur.

Cemal Süreya gibi ünlü bir şairin, Ankara’da yayınlanan bir dergiye, çevresindeki yazarları da alarak destek vermesi; İstanbul’da yaşamaya başladıktan sonra da, Ankaralı arkadaşlarıyla dostluğunu sürdürmesi, şimdilerde özlediğimiz bir engin gönüllülük değil mi?
Herkesin bildiği Cemal Süreya’nın büyük şairliğinden söz edilmesi yanında, okura ilginç gelecek olan, Hasibe Ayten’i gecenin üçünde araması… Hasibe Ayten de her türlü olasılığı, zor durumda olabileceğini düşünerek, o büyük şaire koşarak gider. Emel Aktuğ’un evinde, felsefeci Selâhattin Hilav da var, can canalar… Bu saatte gelmez, demişler. “O yiğit bir kızdır, göreceksiniz gelecek!” demiş. “Gördünüz mü, geldi işte, dostluk budur, Selâhattin, sen de yazı vereceksin Hasibe’nin dergisine” diyerek, Selâhattin Hilav gibi iyi bir felsefeciyi de davet eder dergiye.

Sabahın beşinde arabasıyla, Toros Sokaktaki kız kardeşinin evine bırakmış Süreya’yı. Dostluğun, candanlığın kucaklaşması değil mi edebiyat? Düşünmeden geçemiyorsunuz.
Cemal Süreya ile bir anısı da Nazlı Eray’ın, Hasibe Ayten’in evinde kaldığı dönemde yemekli edebiyat toplantılarıdır. “Cemal Süreya ile geliyoruz” diyen Metin Altıok, Özdemir İnce, Mustafa Şerif Onaran, Özel Arabul, Nazlı Eray… Bu bölümleri okurken, o masada bulunmayı düşünen ne çok yazar – şair vardır! O günün anısı topluca çekilmiş bir fotoğrafa da, kerelerce baktım. Nasıl da sıcacık, gülümseyen bir fotoğraf! Bugünlere kalan bir anı… Fotoğraftan bugüne Özdemir İnce, Nazlı Eray kaldı. Yazık ki: O güzel yazarlar: Cemal Süreya, Metin Altıok, Mustafa Şerif Onaran, Özel Arabul uçup gittiler.
Kitapta anı sıralamasında Cemal Süreya’dan sonra Hasan Hüseyin var. Merakla Hasan Hüseyin’le olan anılarını okuyorum yazarın. 1978 baharı, Amerikan Kültür Merkezi’nde Ressam Cemil Eren’in sergisinde karşılaşmışlar Hasan Hüseyin ile yüz yüze. Kitabın bu bölümündeki anlatım, oldukça etkileyiciydi. “Demek iki şair böyle tanışırmış,” diye düşünüyorum. Bazen uzun zamandır tanıştığınızı düşünürsünüz ya! Hasibe Ayten’le, Hasan Hüseyin öyle tanışıyorlar. Hasibe Ayten aynı günün devamını anlatırken, “Daha öncelerde şiirlerini okuduğum Ozan, yanı başımdaydı, sıcacıktı gülüşü, içtendi.” diyor.
Gülten Akın’ı 1977’de tanımış, Ankara Seyran Bağları’ndaki evinden, oğlu Murat Cankoçak’ın müebbet yargılanmasından, görüş yerlerinde itilip kakılmasından, başına gelen felakete şiirle direnmesinden meydan okumasına kadar tüm detaylarıyla. Akın’ın bugün de dilden dile dolaşan, okunan unutulmaz dizelerinin nasıl yazıldıklarını, “Gökte bulut yan yan gider / Yaralarımdan kan gider / Töresi batası dünya / Kahpe kalır şahan gider” dizelerini paylaşarak şairin isyanını bu günlere kadar ulaştırıyor bize yazar.
Kitabın en can alıcı yazar -şairlerinden birinde, Vecihi Timuroğlu’daydı sıra. Okudukça değerli edebiyatçılarımızı hayatın içinde ıskaladığımı fark ediyorum. Yazarların kitap bütünlüğü haline getirdikleri dosyalarına sessizce editörlük yapan Vecihi Timuroğlu, dergi kapattıracak kadar da adı bayraklaşmış bir yazar! Eli kalem tutan, kadınların hayran olduğu, sevdalandığı bir düşünür, şair, araştırmacı Vecihi Timuroğlu. Hasibe Ayten bir anıdan diğerini uçarcasına anlatırken berrak, akıcı dilini dikkatle okutuyor. Öyle ki en kısa zamanda Vecihi Timuroğlu kitabı almak için not alıyorum.
Metin Altıok’a gelmişti sıra: Metin Altıok’un şiirlerini “ta ta taa”, “ça ça çaa”lı değil, yumuşacık, imge yüklü, felsefe ağırlıklı bulduğunu belirtiyor, ayrıca şairin şiir dışında resim yaptığına da değiniyor yazar. Onun resimleri için, “Desenlerini kuş tüyü gibi uçuyor sanırdınız,” diyor. El desenlerinin Abidin Dino’nun el desenleriyle yarışacak kadar güzel olduğunu söylüyor. Ayrıca kitaptan onun sert taşlardan çakıyla yontarak, kazıyarak, eğeleyerek küçük taş biblolar, heykelcikler yaptığını okuyorum.
Hasibe Ayten, Metin Altıok’un, Sivas’ta yakılarak öldürülmesinden birkaç yıl sonra da eşi Nebahat Hanım’ın yürek bungunluğundan ölümü sonrası, yaşadıkları evleri boşaltılırken, orada olduğunu yazmış. Dokunaklı… Tüm ev boşaltılıncaya kadar ağır anı yüklü… Hele o ev, iki şairin eviyse! Babası Metin Altıok’un kol saatini ve çantasını Kızı Zeynep’in almak istememesi ilginç geldi. “Yaşadığı ağır üzüntü neden olabilir mi?” diye düşündüm. Metin Altıok’un daktilosunu Hasibe Ayten’e vermiş daha önce eşi Nebahat Hanım. Onu en iyi muhafaza edecek kişiye teslim etmiş böylece. Metin Altıok’la ilgili küçük küçük birçok anıyı birkaç sayfaya sığdırmış yazar.
Son olarak; “Acı düşmüş peşime / Ardımdan ıslık çalar,” şiiriyle veda etmiş kitabında Metin Altıok’a. “Ölmedik ki ölesin,” dizesini okuduğumda şair Hasibe Ayten’in anılarını ifade etmenin de farkıydı bu.
Hasibe Ayten anılarındaki kişileri seçerken, onların bu ülkeye kattığı değeri ölçü almış. Çamurun şiirini yazan Hamiye Çolakoğlu ile Sabahattin Tuncer… Bunların adları şair – yazar olarak geçmiyor. Ne ki, yaşamın damarlarında gezen, iki değerli aydının, yaptıkları işi, okumayı, üretmeyi, örnek insan olarak yaşamayı, yaşamın özünü göstermeyi insanlığa borç bellemişler. Yazar, onları da kitabına almayı uygun bulmuş.
Nedir bu seçime sebep; merak ettim. Hamiye Çolakoğlu’nun önce ayakta kalma sonra sanatla olan yoğun uğraşısını. Hacettepe Üniversitesi bünyesinde kurduğu seramik bölümünü, yoktan var ettiği, örümcek ağları tül tül olmuş bir yeri çabasıyla eşten dosttan, nazı geçebilecek büyük kuruluşlardan, seramik fabrikalarından alınan yardımları, Ankara ayazında sıcacık koltuğuna oturmadan koşuşturmaları ve Hasibe Ayten’in sonsuz desteğini de alması… Azmin elinden hiçbir şeyin kurtulmadığını… Tüm bu süreçleri okurken yapılan işlere şahit oluyorum. Aynı emek Sabahattin Tuncer’de de vardı. Meşhur Eyüp Sabri Tuncer Kolonyaları… Aynı zamanda edebiyata ve sanatın birçok dalına destek ve gönül vermiş iş insanı… Şu an hayatta olmayan Sabahattin Bey’in son ana kadar yanında bulunmuş yazar. Burada da Sesimiz Dergisi’nin izini sürüyoruz. Dergiye düzenli olarak ilan veriyor Sabahattin Bey. Yazarımız da ilan parası yerine dostlarına hediye etmek üzere kolonya alıyor. Okurken düşünmedim değil. O kadar kolonyanın kimlere hediye edildiğini! İki üç aya bir gelen bu kadar kolonya, hatırı sayılır çoğunlukta olan çevreye dağıtılıyordu demek ki…
Şair yazar Nedret Gürcan’ı tanımlarken, onu Sesimiz Dergisi’ne gönderdiği şiirlerinden tanıdığını ve yeri gelmişken editörlüğün güzel taraflarını yansıtıyor. Onca şairi tanımasına sebep Sesimiz değil midir? Dinar’da yaşayan şair Nedret Gürcan’la yüz yüze karşılaşmasını anlatırken, şiirlerini yayımladığı şairin kendini de görmek istediğini, bu nedenle, seramik ustası Prof. Hamiye Çolakoğlu ile Antalya yolculuğunda Dinar’da soluklandıklarına değinir. Hasibe Ayten bu karşılaşma için, “İşliğinde içtiğim çay bana dünyanın en güzel şiiri gibi geldi.” der. Bir iki saat sonra yola devam edeceklerdir. Nedret Gürcan bırakmaz. Kendisine değer verip Dinar’a uğrayan iki çalışkan kadını evinde ağırlamak ister. Onlar Dinar’ı gezerken eşi akşama hazırlık yapar. Birçok anı konuşulur o gece. Fakat acı anılar her zaman yer eder insanın usunda. Sözün ustalarına yakışmayan bir sözü de sakınmadan almış Şair Cahit Irgat’tan anı – deneme kitabına. İyilikler kadar kalp kıranların da adı unutulmamalı yaşadığımız gezegende. Cahit Irgat’ın, “Burası keçi kokuyor!” sözü, genç Nedret’in elindeki bardağı barda oturan Cahit Irgat’a fırlatmasına yol açar. Nedret, küçük bir ilçede Şairler Yaprağı’nı yayımlamaktadır. Dinar’dan gelişini küçümser Cahit Irgat.
Hasibe Ayten, İlhan Berk’i anlatmaya şiiriyle başlar. Bir döneme damgasını vurmuş İkinci Yeni’nin şairi İlhan Berk! Sesimiz Dergisi, çevresiyle anılaşmış. Hasibe Ayten’e özgü bir deyim olan işyeri anlamında kullandığı “işlik” sıcacık gelir kulağa.
Sesimiz Dergisi’nin işliği, yazıncıların dostluk ortamıdır. Editörlüğü süresince pek çoğunu tanıdığı gibi evinde de konuk eder. Behzat Ay, Metin Eloğlu, Muazzez Menemencioğlu, İnci Aral, İlhan Berk ve daha niceleri…
İlhan Berk’le Ankara’ya, Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü törenine geldiğinde söyleşi için buluşmuşlar. Kitapta, bu söyleşi de var. Hasibe Ayten’in sohbet esnasındaki sorusuna İlhan Berk’in yanıtı hoşuma gitti:
“İlhan Berk ile sohbetimiz dergilere, yazarlara, şiire dairdi. Gençlik yıllarında kapıları çalar, ‘Ünlü şair İlhan Berk burada mı oturuyor?’ diye sorarmış. Dilden dile dolaşan bu söylentiyi gülerek kendisine sordum: ‘Kapıları çaldınız mı gerçekten?’ dedim. O esrarengiz kocaman gözlerini açarak dinliyordu beni: ‘Evet, gençlik çılgınlığı, kapıları çalıp Şair İlhan Berk’i soruyordum. Kimse seni övmezse, sen kendini öv! diye bir söz vardır ya hani…’ ”
İçten sorular, içten yanıtlar. Yaşanan dönemin bugünlere taşınmasının yansımaları…
Ankara’nın yaşayan yazarlarından İnci Gürbüzatik’i okurken, heyecan, merak, sevgi hep iç içeydi. Kitaptaki yazarların tümünü okumuştum. Ne ki insanın yakınını okuması nasıl bir duygu yüklüyse öyle okudum İnci Gürbüzatik’i. Sevdiğim, yakınım olan bir yazar. Ankaralıların da yakından tanıdığı titiz, sevilen bir yazarımız… Hasibe Ayten de Misket’e öyle güzel değinmiş ki, merak uyandıran bir inceleme – tanıtım yazısı olmuş.
“Misak’ı Milli Mahallesini, Misket’in arka sayfasındaki kroki ile dolaşmak, görmek istiyorum. Roman böylesine bir istek uyandırdı bende,” diyor Hasibe Ayten. Ankaralı bir şair – yazara bile bunları söyletiyor İnci Gürbüzatik’in Misket romanı. Ankara’nın İnci Hocası…
Adnan Gerger’le anı – denemelerden sonra ara veriyorum. Oysa daha gezi anıları, değerli dostları Saniye Başer, Güneşi Akol var. Hasibe Ayten, Adnan Gerger’i Yüzsüz Hayat romanıyla daha yakından tanıdığını belirtiyor, bazı yazarları okumakta geç kalındığı için üzülüyor. Daha sonra bütün kitaplarını okuyor Adnan Gerger’in. Yüzsüz Hayat romanının kısa bir incelemesini yapıyor deneme tadında. Okumayanların okuyası geliyor bu tanıtımla.
Ankara’dan kimler gelmiş kimler geçmiş ya da geçmeye devam ediyor. Birçoğunun yolu Sesimiz’den geçmiş. Yazar ve Şairlerin anılarını okurken Sesimiz Dergisinin inişli çıkışlı hikâyesini de anlatmış oluyor Hasibe Ayten; paralel anlatımıyla Sesimiz Dergisinin de sesi oluyor.

Paylaş