Edebiyat

Şiirin Sahipsizliği ve Yeni Şairanelik – EMRAH SÖNMEZIŞIK

Neden şiir yazıyorum? sorusuna yaldızlı cevaplar verilir genelde; çünkü fiyakalıdır şairimiz, fiyaka peşindedir. Kendi tavrını bulacağım derken benmerkezli bir dünyanın sınırlarını çizer sürekli. Tavrını edindikten sonra da durum değişmez; tavrın davranışa dönüşmesiyle iyice kabarmış egosunun ona sağladığı haklılık karşısında kimse duramaz. Yaşlı – genç çatışmasının temelinde de bu yatmaktadır. Yaşlı şair, sınır ihlali yapan gençleri önüne katıp sürüklemeye çalışırken gençlerse herkese el ense çekme telaşı içindedir. Neden şiir yazdığına dair engin cevapları vardır gençlerin ve yazmaları gereken şiiri yazdıklarından o kadar emindirler ki şiirin neden yazılması gerektiği konusunu atlarlar. Yaşlılarsa ezelden beri yazıyordur, nedenlere girmeye ne gerek var; bütün sorular çoktan cevaplanmıştır. Okursa, neden şiir yazdığınızla ilgilenmiyoruz, demez nedense. Ama şairler çok şey derler, büyük söz söyleme ustasıdırlar; çünkü şairlik bir yarıştır onlara. Şiirin savunulacağı yerde şairlikler savunulur. Şairlikler sahiplendikçe şiir, şairden kopmaya başlar.

En mahrem duvarlarda dahi, her resim yaratıcısının ismiyle anılır. Resim, heykel vb. maddesel varlığı sahiplenilen eserlerin parasal karşılıkları maddesel varlıklarına değil, sanatsal varlıklarına bağlıdır. Bazı deneysel, kavramsal çalışmaların yüksek paralarla sahiplenildiğini de görüyoruz. Spekülatif değerler bizi yanıltmasın. Biri çıkıp duvara asılan muzu yiyebiliyorsa ürünün eserliği açısından kanıt kalmaz elimizde. Öz ve yansıttığı dönem bakımından kıymetine inandığınız bir esere yüksek pahalar biçebilirsiniz ki yansıttığı dönem teknik ile doğrudan ilişkilidir. Eserlerin büyük paralarla anılmasını sağlayan şey, az önce bahsettiğimiz kıymetinin sahiplenmek istenmesidir. Yine de eserin sanatsal varlığı sadece üreticisine aittir; bu aidiyet ancak paylaşılabilir. Roman, hikâye ve şiirde sanatsal varlığın aidiyetinin bölüştürülmesi kitaplarla sağlanır ve buna yayınevleri aracılık eder. Sinemada durum biraz daha farklıdır. Bazı filmler yönetmenleriyle, başrol oyuncularıyla, yapımcılarıyla veya senaristleriyle anılırlar. İcracıların eseri baştan yaratarak farklı noktalara taşıdıkları sinema ve benzeri sanat dallarında, eserin sanatsal varlığı pratik açıdan icracıya mal edilebilir. Sonuç olarak sanatsal varlığın aidiyeti her ne kadar sanatçısında veya icracısında ise de bu aidiyet alımlayıcılarla paylaşılmak zorundadır.

Maddesel varlığın sadece bir kişi tarafından sahiplenişi eserin kültüre içkinliğini ortadan kaldırmamaktadır; çünkü toplumsal paylaşım, sergiler, fuarlar, kataloglar, müzeler, dergiler, kitaplar, kopya nüshalar, dijital kayıtlar vd. sayesinde sağlanabilmektedir. Öyleyse sanatın, şiirin mal sahipliğinden bahsetmek güçtür. Yazar Malsahibi midir? başlıklı yazısında Cemal Süreya; “Gerçekte yazar hiçbir zaman kendi hesabına çalışmaz. “Alıcı”sı ile hiçbir zaman doğrudan doğruya ilişkisi yoktur.”¹ der. Alıcı ile bu anlamda bir bağ kurmaksızın gerçekleştirilen alma verme mekanizmasının çerçevesi kanunlar tarafından da tanımlanmaktadır. Alıcı ile yazar arasındaki maddi bağın kaynağı sanatsal varlıktan doğmaktadır. İşlenen malzemenin maddi değeri arttığında maddesel varlık, sanatsal edimi silikleştirmektedir. Şiirsel varlığın değersizliği, şiirin neden yazılması gerektiği sorusuna ek, şiir nasıl yazılmalıdır? sorusunu akla getirir. Günümüzde şiir, İkinciYeni şiirinin köklerine tutunmayı sürdürmektedir. Bu da bize, şiirin teknik açıdan şairanelik içinde olduğunu gösteriyor. Garip hareketinin “eskiye ait olan her şeyin, her şeyden evvel de şairanenin aleyhinde bulunmak lazım.”²  diyerek açtığı yola koşut bir eylem şiirde imgenin, anlamın gelip dayandığı nokta için de gereklidir. Şiire salt güzellikleriyle konu edilen kelimelerin söyleniş tarzlarını, kullanış şekillerini beraberinde getirmemiş olmaları, aynı kelimelerle şiirler yazılmasına sebep olurken şairaneliğin kaynağı sayılmıştır. Aynı imgelerin ortak kullanımı şairaneliğin değil intihalin kapsamına girmektedir; fakat şiirin ulaştığı uç nokta bakımından imge ve verili olanın yeniden yaratımında yeni teknik olanakların bulunamıyor olması veya dilsel sapmalarının çokça kişi tarafından aynı biçimde kullanılması şairanelikten başka bir şey değildir.

Toplumsal ilgisini kaybetmesinden dolayı günümüz şiirinin sanatsal varlığının paylaşılmadığını gözlemliyoruz. Şiirden yana olduklarını açıklayanların sosyal medyada kopardıkları kıyamet ölçüsünde şiirsel edinimlerinin olmadığını gördükçe şiirin başta şairler tarafından sahipsiz bırakıldığının altını kalınca çizmek gerekiyor. Şair, yalnızca kendi yazdığı şiirin savunucusuysa şairliğini sahipleniyordur. Şiiri sahiplenmek, şiir üzerine düşünmekle, yenilikçi ve özgün olmakla mümkündür. Şiiri kaybettikçe şairliğine sarılanlar, sanatın maddi, yani parasal karşılığının sanatsal çağrışım üretmediğini düşünmekte haklılar; fakat maddi karşılığın dolaşımdaki, alımlanan bir ürünün işareti olduğu unutulmamalıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki sanatın tek başına maddesel varlığı kullanımsızdır. Para kazandırmayan bir şeyin aracılar tarafından dert edinilmesi beklenemez ama birtakım kişilerin, kitap bastırma iştahlarının yayınevleri tarafından kullanılıyor olmasından rahatsızlık duyulmalıdır. Nice büyük şairler bile kitaplarını parayla bastırmamış mıydı zaten… Yani ücreti karşılığında kitap basmanın yanlışlığı yoktur (!); formül basittir, maddesel varlığı olan şeylerin maddi karşılığı da bulunur. Yayınevleri, yapısal fonksiyonlarını yerine getirmekte içine düştükleri bu garabetten çıkabilmek için şiire okur tabanlı maddi karşılık yaratıcı yeni bir kanal açmalıdırlar. Maddi değer ile sanatsal değerin dengelendiği yeni girişimlere olan ihtiyaç elzemdir.

Şiirin kulaktan kulağa yayıldığı bir dönemden geçiyoruz. Modern Türk şiirinin kurucu ustalarına ait şiirler yeniden yazılmakta, ilgisiz şiirler ilgisiz şairlere atfedilebilmektedir. Toplumsal el marifetiyle modern şairlerimize yazmadıkları şiirler sahiplendirilmekte veya alıntılandığı belirtilmeksizin şiirler paylaşılabilmektedir. İlk bakışta kirli bir anonimleştirme mekanizması işlerlik kazanmış gibi gözükse de başat şairlerin anonimleştiriliyor olması şiirsel derinliklerine işaret sayılabilir. İşin can sıkıcı tarafı, yakın dönem şairlerinin, halen sıcaklığını koruyan kitaplarına rağmen anonimleştiriliyor olmalarıdır. Güncel şiir hiç özümsenmiyor olmalı ki herhangi bir alıntılanmaya bile maruz kalmıyor. Zamansız yaşanan bu anonimleşme, bize beğeni kazanan ve özümsenen bir şiirin varlığını imlerken şiirin doğru kanallardan okura ulaştırılamadığını anlatıyor aslında. Niyetimiz okuru temize çıkartmak değil elbette. Titiz, araştırmacı bir okura duyulan arzumuz daimdir. Ne var ki şiirin basılı kitaplar üzerinden paylaşılabilirliği azalmıştır. Modern şiirin kurucu şairlerinin hem baskı adetlerinin hem internetteki paylaşım sayılarının fazlalılığı şiirin zaman içinde, meydanlarda, dersliklerde vb. alanlarda kulaktan kulağa yayılmışlığına bağlı olup halihazırda bu aktarım dijitalde de sürmektedir. Günümüz şairlerinin bireysel çabalarıyla kurdukları bloglar, şiir siteleri, sosyal medya paylaşımları dönüştürücü bir etki yaratamamaktadır. Anonimleşmeye dair bir sohbette Zafer Yalçınpınar’ın imlediği gibi ustalara gösterilen ilgideki artışın nedeni birtakım popüler kültür-şiir dergilerine de bağlanabilir.

Temelde tüketim arzusu iki türlü gelişir: 1.İhtiyacın karşılanması, 2.Yoktan ihtiyaç yaratılması. Sanata duyulan gereksinim için yoktan ihtiyaç yaratılması gibi bir durum söz konusu olamaz ama Ot, Öküz, Hayvan, Kafa, Bavul vb. dergilerin bunu şekli açıdan yaptıkları düşünülebilir. Hızlı tüketim nesnesi olan bu dergileri satın alıyor olmak arkadaşlar arasında bencil bir öne çıkma gayretine dönüşünce tirajlar da yüksek seyrediyor. Yapılan dergiciliğin pınar başı gibi yansıtılmasına aldanırsanız vasatlıktan payınızı alıyorsunuz demektir. Şairin tam sayfa kapak süsü haline getirilmesi bize şairliğin pazarlanmaya çalışıldığını anlatmakta olup şiirin bu dergilerce de sahiplenmediğini göstermektedir. Şiirin özümsenme biçimini yenilemeyen her atak, kalıcı ve dönüştürücü başarı yakalayamayacaktır. Baskı maliyeti vb. giderlerin fazlalığından yakınmak, telif karşılığı kitap basmanın yollarını mevcut düzen içerisinde aramak, bu kapsamda kolektif hareketleri yönetmek, yeni yayınevleri kurmak sorunun doğru anlaşılmadığını gösterir. Şiire ve şiir yayıncılığına dair sorunlar birbirinden ayrı değerlendirilemez. Şiir yayıncılığında gerçekleştirilecek reformun yeni şiirin de anahtarı olacağı göz ardı edilmemelidir. Bir yandan şiirin maddi değeri ile sanatsal değerinin dengelenmesi gerekliliğini savunmak; diğer taraftan telif karşılığı kitap basmanın yollarını aramanın yersizliğini söylemek birbiriyle kesinlikle çelişmemektedir. Çünkü mevcut sistemde verim olarak şiirin basılı kitapta aldığı nefes tükenme noktasındadır.

Bir de şu var: şiirin okunma olanağı satış sayısının ötesinde bir sayıdır. Bir şiir ezberlenebilir, bir sayfaya yazılabilir, bulunduğu kitabın dışında yüz yerde bin kez kullanılma olanağı bulunabilir. Şükran Kurdakul’un bu konuda güzel bir yazısını anımsıyorum; yapısından ötürü şiirin öbür türlere karşı üstünlüklerini, iletişim kolaylıklarını anlatan bir yazıydı. Şiirin kullanılırlığı, yalnızca satış sayısıyla açıklanamayacak alanlara, sürelere kayıyor. Öbür söz sanatlarında yok bu. Bir roman, diyelim 50.000 basılıyor, diyelim 200.000 kişi tarafından okunuyor. Ama bir şiir de, zaman içinde, belki 10 milyon kez okunacaktır³. Sözel, işitsel ağırlığı olan eserlerin maddesel varlığa ihtiyaç duymaksızın sanatsal varlıkları vardır. Eserlerin dijitale aktarılması veya dijitalde üretilmesi, sanatın klasik formunu, kayıt altına alınma yöntemini, kullanılırlığını başkalaştırmaktadır. Yukarıda öne sürülen iletişim üstünlüğü dünyayı saran internet ağıyla ortadan kalkmış olsa da gelişen teknoloji şiirin kullanılırlığında herhangi bir kısıtlama doğurmamıştır. Verinin böylesine hızlı dolaştığı bir ortamda, karmaşa ve karışıklık oluşması bir yere kadar doğal karşılanabilir. Ama durumu denetim altına alacak, şiirin dijitaldeki yolculuğuna yön verecek yeni sistemlerin aranması konusunda sürecin tıkanmasına yol açan nokta yayınevlerinin dijitale geçişi sağlayamamalarıdır.

Kitapyurdu isimli internet kitap satış sitesi, geçtiğimiz günlerde dijital ve basılı metne dayalı doğrudan yayıncılık hizmeti geliştirdiğini duyurdu. Zafer Yalçınpınar, evvel.org’daki köşesinde konuyu özetle şu şekilde ele aldı: Olan şey şu: Bir internet kitap satış sitesi, dağıtım ağı ile dijital listeleme / görünürlük avantajlarını kullanarak, matbaacılık mesleğinin kâr marjına ortak olmaya ve yeni nesil bir cazibe merkezi yaratmaya çalışıyor! Ne müthiş bir strateji! Ayrıca, ‘editöryal ve dilsel açıdan da bilgi, titizlik, tutarlılık, hassasiyet’ dediğimiz şeylerin tamamıyla bitişini, edebiyat ve şiir için kritik bir önem taşıyan bu alanlarda oluşacak kalite kaybını, kötücüllüğü söylemiyorum, düşünemiyorum bile! Sonuçta, bu işin, edebiyata ve şiire marjinal bir fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Elbette yerinde tespitler bunlar. Şiirin kullanılırlığına katkı sağlanıp sağlanamayacağı hakkında varsayımda bulunmak gerekirse cevap olumsuz olacaktır; çünkü şu anki haliyle şiirin alımlanma sürecine dair bir yenilik sunulmuyor. Ha! Şu da var; bu bir adımdır ve bazı sonuçlar, etkiler yaratacaktır. Bakarsınız bazı yayınevleri tarafından da farklı dijital dönüşümler gerçekleştirilir. Umut işte!

 

1Süreya, Cemal (1975); Yazar Malsahibi midir?, Günübirlikler, s. 284 – 286, İstanbul, 2005, YKY.

2Veli, Orhan (1941;, Garip, Bütün Şiirleri, s. 20 – 30, İstanbul, 2005, YKY.

3Süreya, Cemal (1976); Şiirin Sürümü, Günübirlikler, s. 342 – 345, İstanbul, 2005, YKY.

4Yalçınpınar, Zafer (07 Şubat 2020); Doğrudan Yayıncılık Falan!, Kendimle Konuşmalar, http://evvel.org/ilgi/kendimle-konusmalar

Paylaş