İnsan yok oluşa mı sürükleniyor? İnsanlık son bunalımı nasıl aşacak? ÇIKIŞ NEREDE – V

Bizi Takip Edin

Bizi Takip Edin

spot_imgspot_img

AYDINLARA VE SANATÇILARA ORTAK SORULARIMIZ

1. Kapitalizmin doğayı ve insan doğasını bozarak ve tüketerek uygarlığı geri dönüşsüz bir yok oluşa sürüklediği savını haklı buluyor musunuz?

2. Amerikalı Marksist David Harvey bugünkü teknolojik gelişmelerde insanlığı anbean denetleme ve sınıfsal tahakküm tehdidinin varlığını vurguluyor. Bu tehdidi özellikle 5G ve Yapay Zekâ (YZ) teknolojilerinin daha da güçlendirdiği yönünde bilim adamlarının kaygılarını paylaşıyor musunuz?

3. Üçüncü binyılda insanlığı teknolojik donanımlı Yeni Ortaçağ’a sokma çabasındaki küresel oligarşiyi –teknolojik ve ekonomik gelişmede önderliği yakalamasıyla– Çin’in durdurabileceği (David Harvey) görüşüne katılıyor musunuz? 5G ve YZ teknolojilerine karşı kitlesel gösterilerin başladığı aşamada Kovid – 19 salgınıyla girilen sürecin sonunda insanlık için nasıl bir gelecek tasarımı öngörüyorsunuz?

4. Postmodernizmle birlikte felsefe ve sanatın insana karşı sorumluluk duygusunu yaygın olarak yitirdiği eleştirisini yerinde buluyor musunuz? Bugün insanın yok oluş sürecine sokulduğu bir dünyada sanatçı ve düşünürler ne yapmalıdır?

MEHMET ULUSOY

İnsanlık doğaya ve kendine yabancılaşmayı yenecek enerjiye sahiptir
İnsanlığın yok oluşa sürüklendiği savı, en başta, kapitalizmin doğayı doğal bir varlık olarak insan için yaşanmaz hale getirmesiyle, yani ekolojik yıkımla bağlantılıdır. İkincisi de, yapay zeka teknolojisiyle insanın dokubozuma uğratılması, doğal/organik özelliklerine yabancılaşırılmasıdır. İnsanlık; gerek doğa kirlenmesi, gerekse “yapay zekâ” olarak tanımlanan insanın bir makinaya dönüşerek teknolojik intiharı gibi bir olasılığı, konuyla ilgili bazı önemli uyarılar olsa da, böyle bir tehlikeyi önleyecek ve aşacak birikime, bilince fazlasıyla sahiptir. O nedenle kapitalizmin insanı, insanlığı “geri dönüşsüz bir yok oluşa sürüklediği” savı gerçekçi değildir. Bu düşünceler, Batı merkezli, nihilizme kadar varan, kapitalizmi yıkma ve gelecek umudunu ve iradesini tamamen yitirmiş bir aydın çoraklaşmasının ve karamsarlığının ürünüdür.

Söz konusu iddiaları sistemli olarak ortaya atanlara baktığımızda, hepsi de genel olarak postmodernizm çatısı altında buluşuyorlar. Bunlar, Aydınlanma ilke ve ideallerini, bilimselliği ve ilerlemeyi yadsıyan, kapitalizmin daha ileri ve insan merkezli yeni bir toplum projesiyle (sosyalizmle) aşılmasının kaçınılmazlığına inancını yitirmiş aydınlardır. Özellikle “yapay zekâ” olayının abartılarak, onun insanın yapaylaştırabileceği düşüncesi, Batı kültürünün kararmış, umut vermez, çıkışsız dar ufkuna hapsolmuşluğun bir ürünüdür. Emperyalizmin en önemli ideolojik kolonunu oluşturan teknolojik determinizm, 20. yüzyılın başında Avrupamerkezci solun peygamberi Kautsky tarafından gündeme getirilmişti. 20. yüzyıl boyunca döne döne kanıtlandığı gibi, bu, kapitalizmin yenilmezliğine iman etmenin teorisiydi.

Avrupa ve Amerika’dan bakınca, insanlığın hem doğal niteliklerini, hem de manevi, yani uygarlaşma süreçleriyle kazandığı değerleri yitirmesi açısından bir kıyamet tablosu görmek mümkün. Nitekim liberal-postmodern aydın ve sanatçılarda kıyamet ve karşı-ütopya temalarının sık işlendiği görülmektedir. Bu bağlamda, çürüyen Batı’nın postmodern felsefe ve sanat anlayışı, aydın ve sanatçının insana ve topluma karşı sorumluluklarını yitirmesi anlamına gemektedir. Gelecek ütopyasından, yeni bir insan, yeni bir toplum idealinden kopmuştur; gününü kurtarmaya odaklanmıştır.

Ama dünya sadece Batı’dan, kökeninde köleci Roma’nın değerlerinin yattığı liberal-bireyci Atlantik uygarlığından ibaret değil. Lenin’in de vurguladığı gibi, Batı dediğimiz dünya, insanlığın en fazla dörtte birini oluşturuyor. Ayrıca insanlığın on bin yıllık uygarlaşma-insanlaşma değerleri açısından da kapitalist uygarlığın yarattığı insan modeli çok fakir ve tek boyutlu, çok kaba ve pişmemiştir; etik değerler açısından bir alçalışı temsil etmektedir.

Oysa, insanlığın en az yüzde seksenini oluşturan ezilen ve gelişmekte olan uluslar dünyası, bu konuda 20. yüzyılın başından bu yana çok önemli şeyler söyledi ve yaptı. Ayrıca tarihsel ve kültürel birikimiyle Batı’yı çırak çıkartacak kertede muazzam bir hazineye sahip… Daha önemlisi şudur: Genlerinde hâlâ Roma’nın köleci mirasını taşıyan Kapitalist Batı uygarlığı, teknolojiyi araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirerek, dar bir sınıfın köleci egemenliğini mutlaklaştırmak istese de, o gücü artık çoktan kaybetmiştir. Doğu’da Asya’da / Avrasya’da insan merkezli yeni bir uygarlık yükseliyor ve insanın geleceğini o belirleyecektir.

Sanatçı ve düşünürün bu sürece yanıtı, hiç kuşkusuz en başta Doğu’dan yükselen, yeni bir dünya kurmanın dinamiklerini taşıyan büyük enerjiye gözünü dikmektir. Batı’da sanatçı-birey, toplumcu ve insani duyarlılıktan ve sorumluluktan büyük ölçüde kopmuştur. Bu nedenle yaratıcı enerjisini, insanı yükselten, yücelten, yetkinleştiren yönde değil, insanı alçaltan, çürüten, bencilleştiren ve kültürel yaşamsal değerleri yadsıyan yönde kullanmaktadır.

Oysa insanlığın sorunlarını, kamu ağırlıklı ve bireyi toplumun bir parçası olarak yücelten, yetkinleştiren büyük yaratıcı dinamikler Asya’dadır. Sanatçı, yaratıcı ruhunu, Asya enenerjisiyle beslemeli, temalarını, motifleri bu derin kültürel birikimden sağlamaya yönelmelidir. Kuşkusuz Ortaçağ Asya’sının feodal kültürüyle değil, aydınlanmacı, akılcı ve eşitlikçi Asya’nın devrimci çağdaş kültürüyle… Türk sanatçısı için bunun anlamı, öncelikle ulusal ve toplumsal kaygıları, değerleri, motifleri öne çıkarmak ve sanatında imgeleştirmektir.

Son olarak, kanımca, sosyalizmde kalıcı başarının yolu, insanı yabancılaşmadan kurtarmayı ve dönüştürmeyi, insan ile doğa arasında uyumu / barışı merkeze alan, insan merkezli toplumcu bir kültür yaratmaktan geçmektedir. Burada sanat ve edebiyatın rolü tayin edicidir. / 15 Kasım 2020

 

ERTUĞRUL ERDOĞAN

Günümüzde cesur aydınlara daha çok ihtiyaç var

Kapital, insanın hırsı ise kapitalizm de insanlığın kurdudur. Çünkü kapital yarışı,
doğanın yok oluşunu da beraberinde getirecektir. Bakınız ülkemizdeki gelişmelere,
ormanlar ne halde? Bunun ispatı değil mi? İklim değişikliği, insanlığı giderek yok
etmiyor mu? Belki de gelecekte Malthus’un nüfus teorisi insanlığın ve dünyanın sonunu
getirecektir. İnsanların zenginliklerine bir sınırlandırma getirilmelidir. Ülkelerin
bütün kaynakları o belli kişiler ve zümrelerin elinde toplanmamalıdır.
Yapay Zekâ belki teknolojik gelişmede insanlığa kolaylıklar sağlayacaktır ancak,
dünyanın aşırı nüfus artışında hızla işsizliği de beraberinde getirecektir. Gelecekte
kaoslar da kaçınılmaz olacaktır.
Yakınlarda belgesel bir film izledim. Sosyal medya yöneticileri, insanlığın
izlendiğini ve ona göre sistemle gönderilen reklamlarda ürünleri pazarladıklarını
söylediler. Gelecekte itaatkâr bir toplum yaratma gayreti içindeler.
Teknolojik donanımlı Yeni Ortaçağ böyle geliyor. “3020 yılına Mektup” başlığı
altında bir yazım var, orada bu konuyu irdeledim. Sizlere sitemdeki linkini vereyim:
http://ertugrulerdogan.com/one-cikanlar/3020-yilina-mektup/
Bir virüs, atom bombasından çok daha etkili olabilmektedir. Bakınız, insanlığın virüsle
beraber yaşadığı sürece? Üçüncü dünya ülkeleri ekonomiyle boğuşmaya devam
ediyorlar.
Sanatçı ve düşünürler, kendi aralarında birliği sağlamalı, anti-demokratik iktidar
korkularından süratle sıyrılmalıdırlar. Günümüzde cesur aydınlara daha çok ihtiyaç
var. Elbette cesaretin bedeli de var.

BERKİZ BERKSOY / Dünyaya iyi insanlar gerek

Beş kavramın girdiği kaygı yüklü sorular karşısında aklıma ilk gelen insana güveni yitirmemeli oldu. Yıkımdan çıkış ahlâklı, çalışkan, iyi insanlara bağlı…

Roland Barthes’a göre insan, «Hayatın armağan olduğunu gösteren, güvenilir, güzel, ciddi, hoş, gereği gibi olan ve her şeyin üzerine çıkan imgelem olarak iyinin hükümranlığını arar.»

Henüz iyiye dokunulmamıştır, var olmadığında hayatın tüm saçmalıklarının sürdüğünü gösterendir, diyerek arar. İyi, gerçek olandır; yumuşaktır, asalettir, bekle geliyorum dedirtendir. Bu enerjiye güveniyorum.

Buluşlar, devrimler iyi insanların elinde kaygıya yer bırakmaz. Bununla birlikte uygarlıkların izlediği bir evrensel gerçeklik var: Paul Valéry, uygarlıklar ölümlüdür, demiş.

J.-C. Seys [1] şöyle açıklıyor: Etnologlara göre, yaşadığı çevrede dengesini koruyabilen toplum uzun süreli olur. Kararların gerçekten ortaklaşa alındığı demokratik düzene sahip toplumlarda aynı tutku paylaşılır: Salt egemenlikten uzak bilgenin şefliğinde ayakta kalabilmek. Ya doğal afetler ve salgın hastalıklar ya da dış saldırılar sonucu yok olurlar. Bireysel ekonomik tutkuya kapılan çıkmadıkça, gelişme odaklı olmazlar. Çıkarsa, eşitsizlik hızla büyür. Para, mal, güç biriktirme gibi yeni bir kültür toplumu sarar. Öte yandan bilimde, hayat kalitesinde, sanatta, medeniyetleri ileriye götürense ekonomik büyümedir. Heterojen toplumda bozulmuş varsıl yoksul dengesi başkaldırıyı tetikler. Aktöreye bağlılık sona ermiştir.

Sonuçta nice hak arayışlarından geçmiş, zenginleşmiş, yaşlanmış toplum, kolektif disiplini gerçekleştiremez. Bağlayıcı etik değerlerde konsensus sağlanamadığı için ortak hedef arayışları uzun vadeli olamaz. Yeni ortama, dış saldırılara uygun değişimleri yapmakta âciz, savunmasız kalır, zamana yenilir.

Dünya için ülkemiz için hâlâ iyi şeyler yapacak insanlar olduğuna inanıyorum. Bilim insanları Uğur Şahin ve eşi Özlem Türeci’nin[2] varlığını yeni öğrendim. BBC’de soruları alçak gönüllülükle yanıtlarken Türklerin çay alışkanlığının İngilizlerinkiyle aynı anda anılmasında direten BioNTech’in CEO’su İskenderunlu Şahin eşiyle keşfettikleri yüksek etkili Covid-19 aşısıyla bulaşın yüzde 50 azalacağından emin olduklarını belirtti.

Gene Almanya’da Medya-Telekomünikasyon Master’i yapmış 10 yıldan fazladır bilgi teknolojileri üretiminde çalışan, İsviçre’de Octonion’u kuran, Belarus’ta iki kez «En İyi Girişimci» ödülü alan Ongan Mordeniz de teknolojinin tehdit olamayacağını söylüyor. Çağ atlattırıyor, devrimdir diyor. Makinelerin akıllanmasını normal bulduğunu, yeni çağda sınıflandırmaya makinenin da dahil olacağını, daha akıllı, çevreci gelişerek ilerleyeceğini söylüyor. İşçi sınıfının yerini yüksek eğitimli uzmanların alacağını, kaynakların optimum kullanılmasını sağlayan sistemin yerleşmekte olduğunu belirtiyor[3].

İnsan ve makinenin karşılaştırılamayacağını, makinenin talebe yönelik hareket ettiğini, talep olmadıkça çalışmadığını söylüyor. Yapay zekâ insana yardımcı akıldır, ‘augmented intelligence’ [artırılmış zekâ] olarak adlandırabiliriz. Kadim öğretilerde 3. Göz, Üst Akıl denen şeydir, diyor. Yalnızca tamamlayıcı nitelikte olan yapay zekâ yöntemleriyle her insanın daha iyi karar alma, işini daha kapsamlı yapma olanağı bulacağını, korkulmaması gerektiğini belirtiyor. İnsanın üstünde bir yaratılış olmamıştır diyor.

Karl Marx günün birinde insanın iş saati kadar özgür saate sahip olmasını arzu etmiş, bunun koşullarını tarihin belirleyeceğini söylemiş. 24 saat evlere, hastanelere kapanarak özgürce İnternet devriminin herkese tanıdığı bilgiye demokratik ulaşım hakkını kullandığımız ama dışarıya çıkıp eskisi gibi nefes alamadığımız, aktivist olarak sokaklarda direnemediğimiz şu günlerde Covid 19’un insanlığı hayal edemeyeceği biçimde evrime sürükleyeceğini düşünüyorum. İnsan zekâyla yarattığı, tanıdığı kadarıyla zekâya sahip makinenin karşısında artık yarışta çekişmede değil esenlikte uyumda olacak.

[1]Diderot Enstitüsü başkanı Jean-Claude Seys için bkz.: https://www.institutdiderot.fr/article/les-civilisations-sont-mortelles/

[2]«Uğur Şahin kimdir? Uğur Şahin kaç yaşında, nereli? Prof. Dr. Uğur Şahin hakkında

16.11.2020 », https://www.haberturk.com/ugur-sahin-kimdir-ugur-sahin-kac-yasinda-nereli-prof-dr-ugur-sahin-hakkinda-2871536

[3]Ongan Mordeniz, « L’usine 4.0 : l’intelligence au cœur de la machine », journaldunet, 26/06/20 : https://www.journaldunet.com/ebusiness/internet-mobile/1492453-l-usine-4-0-l-intelligence-au-coeur-de-la-machine/

 

VEYSEL BOĞATEPE / Küresel oligarşik düzende aydın sorunu

Sözlü ve yazılı olmak üzere iki şekilde aktarılan sanat ve edebiyat, 1990’lardan itibaren elektronik ortamlara aktarılmaya başlanırken kendine özgü yeni kavramlar, sözcükler ve edebi metinler üretmeye başladı. Tüm alanları kuşatmayı hedefleyen ve henüz yeni bir terim olan dijital kapitalizm bir yandan hızlı tüketim (Fast food) kültürü ile “kullan at” politikasını yaygın hale getirirken diğer yandan özellikle de hedef kitle olarak belirlediği yeni kuşağa okumak yerine izlemeyi, kitap yerine bilgisayarı tercih olarak benimsetti. Küresel oligarşinin pazara sunduğu yeni aktörlerinin ilk hedefi de bireyin, toplumun tercihlerini ve alışkanlıkları değiştirerek kendi prensipleri doğrultusunda şekillendirmekti. Gelinen noktada kitlesel olarak tüketimin niceliğini ve niteliğini belirlemek, sanat ve edebiyat da dâhil olmak üzere tüm gıda maddelerinin üretim ve dağıtımını ele geçirmek için büyük çapta salgın hastalıklar üreterek son savaşını vermek için gerekli ortamı hazırlamaktır. Bu savaş, şiddet unsurlarıyla değil tarım, toprak, sağlık, finans, sanat ve edebiyat gibi toplumu tümüyle kuşatacak, her alanda gerçekleştirilecek bir dönüşüm projesidir.

Küresel finans oligarşisinin görünürde kesin ve değişmez hedefi; bireyden aileye, aileden topluma kadar uzanan yelpazede mutlak hâkimiyet kurmaktır. Kısa vadede dijital çağın büyük güç unsuru olan enformasyon ağını şifrelerle sunarken uzun vadede ise sanat ve edebiyatı, tohumu, toprağı, suyu ve özellikle de tarımsal üretimdeki çeşitliliği en aza indirgeyerek dünya gıda pazarını kontrol altına alacak, diğer yandan da salgın hastalık ve kıtlığı silah olarak kullanacaktır. Son aşamada ise kuşattığı toplum üzerinde tanrı krallığını, diktoryasını ilan edecektir.

Günümüz gerçeğinde belli hedef kitlesi olan aydınların, siyasetçilerin vb. milli değerlere karşı küreselleşmeyi, çeşitliliği ve çoğulculuğu savunması ve dil ile üslupta bozulmayı benimsemesi, küresel oligarşinin postmodernizm silahına yedek şarjör olmaktan öte bir anlamı yoktur. Her şeyin dijital ortama atıldığı günümüzde mevcut kavramlar ve sözcüklerle yenidünya düzenini veya dijital çağı anlamak ve yorumlamak da mümkün olmayacaktır. Çünkü yalıtım ve izolasyonu dayatan sistem, bireyi yalnızlaştırırken dijital ortama attığı her şeyi de kendi prensipleri doğrultusunda biçimlendirip şekillendirmektedir. Bu durumda yeni düzene eklemlenmek en kolay seçim olacaktır ama mevcut koşullarda zor görünüyor olsa bile direnebilmek için tüketimden tercihlere değin her konuda bilinçli davranmakla birlikte ayrılma iradesini göstermenin dışında ne yazık ki çıkış yolu görünmemektedir.

YAŞAR ÖZMEN

Bu tür sorular; öğreti, din ve ekonomik model gibi kendi içinde ilke ve düşünce kalıpları olan sistemlerle değerlendirilemez, yanıtlanamaz. Bu durumda kimin ne söylediğinin de geçerliliği yoktur; güncel bilgiyi yorumlamak için rehber ve kaynak olmak dışında.

Bilgi ve kullanımı, teknolojinin durumu, insan aklıyla yarışan / öğrenen yazılımlar (YZ), anlık iletişim ve veri aktarımı (5G) gibi, insanın ürettiği teknolojinin son durumu nedir, ona bakmak gerekir. Bunlarla birlikte gelecekte nereye evrilecektir, öngörmeye çalışılmalıdır. Ulaşılan veriler, eşgüdüm ve eşzamanlı ele alınıp bütün bilimlerin gözüyle değerlendirilmelidir.

İnsan yok oluşa mı sürükleniyor? Doğa ve uygarlıklara etkisi ne olacaktır? Teknolojiyle insan arasındaki ilişki ve tehdit nedir? Sanat nereye gidecektir? Aslında bunlar, bilimin de doğrulukla yanıtlayamadığı sorulardır. Bu yüzden bana göre diye başlamak gerekir.

Kontrolsüz güç, güç değildir; tehdittir. İnsanlık kontrolü elinde bulundurduğu sürece yok oluşa doğru yol almayacaktır. Bugün dünyayı yöneten yaşlı düşünce, süresini doldurmak üzeredir. Son birkaç kuşak süresini doldurup genç kuşaklara, karar mekanizmalarını teslim ettiğinde dünyanın durumu ve geleceğe yönelişi daha başka olacaktır. Dijital çocuklar, öğreti ve inançların dar kalıplarından kurtulup daha özgür düşünebilecek ve insana yönelik tavır alacaklardır. İnsana, bilgiye, bilime ve doğaya karşı, daha duyarlı ve daha akılcı davranacaklardır, diye düşünüyorum. Bu gelişmeler bir taraftan da sosyal devlet kavramına balta vuran kimi sorunları ortaya koyacaktır. Birey, çalıştığı ve ürettiği kadar pastadan pay alma günlerine zorlanacaktır. Üretmeyen, tüketemeyecektir.

Ancak; bugün bilemediğimiz ve öngöremediğimiz önemli sorular karşımızdadır: Veri aktarım yoğunluğu, elektromanyetik dalga dolaşımı, öğrenen makinaların ulaşacağı yetenek, karbon salınımı gibi teknoloji ve atıkları, doğa ve insan sağlığına ne boyutta tehdit oluşturacaktır? Şu anki teknoloji, dünyayı küçük bir adaya çevirdi ve her bireyi kontrol edebilme yeteneğine sahiptir. Bu durum insan lehine nasıl kullanılacaktır? Bu, çözümlenmesi ve yanıtlanması gereken önemli bir sorudur.

Yapay zekâ ve öğrenen makinalar ile 5G teknolojisi, dünyada çok şeyi tersine çevirecektir. İnternete yüklenmiş tüm verileri kısa bir sürede okuyup sonuç çıkarabilen bununla birlikte mevcut verileri karşılaştırıp yorumlayarak nasıl davranacağını öğrenen bir makinayla karşı karşıyayız. On beş yirmi yıl gibi kısa bir süre sonra bu aygıtlar çalışır durumda olacaklar. Soru şudur: Teknolojik gücün kontrolü kaybedilir mi? Umuyorum, hayır.

Asıl tehdit, bu teknolojilerin doğaya bıraktığı atıklardır. Virüs veya adını bilmediğimiz ölümcül olabilecek birçok canlının üremesine yol açma olasılığı vardır. Öngöremediğimiz konulardan birisi budur. Her silahın anti silahı vardır ilkesinden hareketle, insan aklının bunu da çözeceğini ümit ediyorum. Ne var ki Kovit-19, bugün dünyanın başına önemli oranda bir bela açtıysa insanlığı bekleyen tehlikeler olduğundan kuşku duymamak mümkün değildir.

Küreselleşme, her ne kadar bazı önyargılarımızdan dolayı kaygı duysak da öyle bir noktaya gelecek ki hiçbir devlet kendi kararlarını kendi veremeyecektir. Sistem, ister istemez evrensel uyuma zorunlu kılacaktır. Çevrenizde olup biten her şey, sizi bağlayacak ve adımlarınızı ona uydurmak zorunda kalacaksınız. Anlık veri aktarımından paranın dolaşımına, göçlerden besin kaynaklarına, milyarlarca sistemin hatasız yapay zekâyla kontrol edilmesinden tutun da henüz öngöremediğimiz gelişmiş kontrol sistemlerine kadar tüm üst teknoloji aygıtları, devletleri öyle bir bağlayacak ki suyun akıntısına bırakmak dışında hiçbir çıkar yolları olmayacaktır. Örneğin on yıl sonra 5G’ye uyum sağlamayalım da görelim ülkenin durumunu.

Postmodernizm, hipergerçekliğin bir sonucudur. Felsefe ve sanatın insana karşı sorumluluk duygusunu yitirdiği değil; yeni gerçeklik karşısında sanat ve felsefenin nasıl yol alacağını tartışmalıyız. Felsefe, kendi sorularını üretir ve güncel verilerle olabilen en doğru yanıta ulaşmaya çalışır. Sanat ise ileri sayısal teknolojiyle nereye evrilecektir? Gelişmiş ses, görüntü, hareket teknikleri ve yapay zekâ, insanüstü sanat üretme yeteneğine kavuşuyor. Sanatın tanımını mı değiştirmeliyiz? Bunun gibi daha birçok soru vardır. Her ne olursa olsun bilim ve sanat, insan için vardır; onları yapan, yöneten ve yönlendiren yine insandır. Bizim gözeteceğimiz hedef, duyarlı, duygudaş ve aydın insana ulaşmaktır. Sevgiyi başat kılmaktır. A. Einstein’ın “Evrensel kuvvet sevgidir.” sözünden hareketle, şimdiden önlem almaktır.

Sonuç olarak bilim ve sanat, insanlığın ortak dilidir; tutkalıdır. Bunlar, sevgi ve olumlu duyguyla insanlık yararına yönlendirilmelidir, kullanılmalıdır. Öğreti ve dinlerin önceden kabul edilmiş mutlak doğrularına sıkıştırılıp güdükleştirilmemelidir. Başka bir deyişle, bilim ve sanattan ödün verilmediği sürece insanlık iyiye evrilecek, ödün verildiği sürece de kaotik bir çatışmaya dönüşecek, kanısındayım. Ümit edelim ki yarının çocukları, teknolojinin tehditlerini bertaraf edip bunları insanlık yararına kullanabilsinler.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Güncel

En çok okunanlar