İnsan yok oluşa mı sürükleniyor? İnsanlık son bunalımı nasıl aşacak? ÇIKIŞ NEREDE – VIII

Bizi Takip Edin

Bizi Takip Edin

spot_imgspot_img

SANATÇI VE AYDINLARA ORTAK SORULAR

1. Kapitalizmin doğayı ve insan doğasını bozarak ve tüketerek uygarlığı geri dönüşsüz bir yok oluşa sürüklediği savını haklı buluyor musunuz?

2. Amerikalı Marksist David Harvey bugünkü teknolojik gelişmelerde insanlığı anbean denetleme ve sınıfsal tahakküm tehdidinin varlığını vurguluyor. Bu tehdidi özellikle 5G ve Yapay Zekâ (YZ) teknolojilerinin daha da güçlendirdiği yönünde bilim adamlarının kaygılarını paylaşıyor musunuz?

3. Üçüncü binyılda insanlığı teknolojik donanımlı Yeni Ortaçağ’a sokma çabasındaki küresel oligarşiyi –teknolojik ve ekonomik gelişmede önderliği yakalamasıyla– Çin’in durdurabileceği (David Harvey) görüşüne katılıyor musunuz? 5G ve YZ teknolojilerine karşı kitlesel gösterilerin başladığı aşamada Kovid – 19 salgınıyla girilen sürecin sonunda insanlık için nasıl bir gelecek tasarımı öngörüyorsunuz?

4. Postmodernizmle birlikte felsefe ve sanatın insana karşı sorumluluk duygusunu yaygın olarak yitirdiği eleştirisini yerinde buluyor musunuz? Bugün insanın yok oluş sürecine sokulduğu bir dünyada sanatçı ve düşünürler ne yapmalıdır?

TUNCER ÇETİNKAYA / İnsana temas eden bir örgütlülüğü yeniden inşa etmeliyiz

 1. “Uygarlığın geri dönüşsüz bir yok oluşa sürüklendiği” yorumuna, artık hiçbir bir çıkış yolunun kalmadığı düşüncesini akla getirdiği için şerh düşmekle birlikte, gelinen noktada karamsar olduğumu söyleyebilirim. Bütün bu olup bitenin Ortaçağ karanlığını anımsatması ve tek kutuplu bir dünyada muhalefet refleksinin adım adım yok edilmesi, insanlığı felakete sürüklüyor. Emperyalizm, insanlığın yarınına ipotek koymakla yetinmiyor, bütün karşı koyuşları da elinde bulunan kültürel aygıtlarla etkisizleştiriyor. Bütün bunlar, söze, “son ağaç kesildiğinde” diye başlayan Amerikan yerlisinin umutsuz çığlığını çağrıştırıyor. Buna karşın, 50’lerin Soğuk Savaş ikliminde, “sizden ve temsil ettiğiniz her şeyden nefret ediyorum” diyen James Dean’in, 10 yıl kadar sonra gündeme gelecek isyancı bir kuşağın öncülü olduğunu hatırlayalım. Tarihin en karanlık noktalarında “ateşi çalmayı” beceren insanlığın süreci lehine çevireceğine inanmak istiyorum.

2. Kapitalizmin idama yollayacağı kişiye urganı bile pazarlamak istediği bilinen bir gerçek. Yaratıcılarının öngörüsünü aşacak biçimde önceki on yılda sosyal medyanın kimi toplumsal olaylarda üstlendiği rolü fark eden egemen sınıflar, bu potansiyeli denetim mekanizmalarını devreye sokarak yok etmeye çalışacaklardır. Bu durumda mücadelenin, yalnızca teknolojik olanaklar ve sosyal medya imkânlarıyla yürütülmesi, bir başka çıkışsızlığa işaret etmektedir. İnsanı gönüllü bir izolasyonun kollarına terk eden, yalnızlığını ve örgütsüz olma halini derinleştiren teknolojiyle aramıza mesafe koyup insana temas eden bir örgütlülüğü yeniden inşa etmemiz, kurtuluşumuz adına kaçınılmazdır.

3. İnsanlığın salgına karşı verdiği ilk tepki, totaliter eğilimlerin güçlenmesi pahasına, “güçlü devlet” şeklinde olmuştu; ancak olgu zamana yayıldıkça, en çok da ABD’deki ırkçılık karşıtı gösterilerde görülebileceği gibi özgürlük tutkusu ve mücadele ruhu ağır bastı. Bunu bir işaret fişeği olarak görmek ve emperyalizmin tüm o tahakküm çabalarına karşın direniş hattı oluşturmanın olanaksız olmadığını belirtmek mümkün. Çin’in merkezinde bulunduğu gelişmeleri önemsemekle birlikte, ona böylesi büyük bir misyonu yüklemek için henüz erken olduğu düşüncesindeyim.

4. Bu süreçte kültürel kırılmanın en somut yansımalarından biri, kendisini, “aydın kırılmasında” gösterdi; “sanatçı duyarlılığı” ve “insana karşı sorumluluk” söylemi, sosyal medya diliyle söylersek “duyar kasmak” kavramıyla etkisizleştirildi. Rıfat Ilgaz’ın “Aydın Mısın” şiirinde vurguladığı gibi, hiçbir şey yapamıyorsa, kollarını iki yana açıp korkuluk olabilecek aydınlara çok ihtiyacımız var oysa. Popüler kültürün tüm tepkileri etkisizleştiren “renkli” söylemine karşın, kapitalizmin açmazlarının farkına varan yığınların etki kazanmasıyla ve alttan uygulayacakları basınçla aydınların bir gün gerçek sorumluluğunu anımsayacaklarına inanıyorum. Ayrıca erkin, eğitim ve kültür alanında yeterli dönüşümü sağlayamadıkları itirafını anlamlı buluyor ve bu başarısızlıkta –sayıları bir avuç da olsa– sanatçıların rolü bulunduğunu vurgulamak istiyorum.

 HİLMİ HAŞAL / Kapitalizmin oyun oyun kuralı kendi lehine işlettiği “kuralsızlık” zorbalığıdır

1. Kapitalizmin son aşaması emperyalizmdir. Emperyalizm, anamalın insanlıktan çıkmışlığına işarettir. Büyük ve son işaret! Üçüncü binyıl başlarında, kapitalizm tüm vahşetiyle saldırganlaşıp azgınlaşırken / azmanlaşırken, öngörülen son aşamaya doğru, gidiş ivmesi kazandı denebilir. Büyük resmin tanıklarıyız, bu dönemin ‘aksaçlı’ları olarak! Son çeyrek yüzyılda yaşadıklarımız, gördüklerimiz gerçeği unutturmayacak nitelikte… Yeryüzünü talan etme sınırı zorlanıyor şimdilik… Gözler uzaya, Ay’a, Mars’a dikildiğine göre, sermayedarların “sperm bankası” oraya taşınacak demektir. Dünyanın en varlıklı aileleri, soylarını orada sürdürecekler. Bunu varsaymak için kâhin olmaya gerek yok! Yeryüzü ve nüfusu çok acı çekecek ve toptan telef edilecekmiş; büyük suçu işleyenlerin umurunda değil! Yok oluş süreci akıyor! Her şeyin aşırısı sökün edecek dünyanın hayatına; ısınma, erime, kirlenme, zehirlenme ve çürüme… Her türden bozulma, felaket, yaşam sahnesini pençesine alacak, sonu belirleyecektir. Tüketmenin bir yüzü, doğanın katli ise diğer yüzü de insanlığın uygarlıktan kara cehalete sürüklenişidir. Para faşizmi amaç, din faşizmi araç ve nano-teknoloji faşizmi de sonuç gibi görünüyor şimdilik.

2. Evet, “İnsan yok oluşa mı sürükleniyor?” endişesi, Covid-19’la birlikte daha da çok hissedildi. Korkuya dönüştü. Teknolojik atılımlar, 5G ve YZ mucizeleri hayata girdikten sonra, bireyin daha da yalnızlaştığı doğrudur. Denetlemek, sınıfsal bilinçlenmeyi, sendikalaşmayı köreltmek için teknolojiyi kullanan otoriteler, yapıları ve amaçları gereği, bilişimin, iletişimin olanaklarından yararlanacaktır. Emek cephesindeki birey, yerini, durumunu bilinçle algılarsa, aynı teknolojik olanakları örgütlenme ve üretimde güçlenme yönünde kullanabilir. Emek ve yetenek üstünlüğünü, üretim ve tüketim kaynaklı örgütlülüğün farkına varıp etkisini büyütebilirse umut aşılayarak başarıya ulaşır. Ancak kaygılar eksilmeyecektir; robotların işini almasını engellemek için teknoloji ile adaptasyon / uyumluluk eğitimine yöneltecektir emekçileri… Kaygı, korku düzeyini yavaşlatır belki!

3. Kapitalizmin oyun alanı tüm dünya, oyun kuralı da kendi lehine işlettiği “kuralsızlık” zorbalığıdır. İleri teknoloji koşullarında da kendi sömürü ağlarını, sanal (dijital – sibernetik) ağlarla birleştirmektedir. Yerkürenin enlem-boylam filesi emperyalizmin denetimindedir kesinlikle… Aksini düşünmek modern körlüktür olsa olsa… Kovid-19 salgınıyla başa çıkmaya çalışırken, 5G ve YZ olanakları da yeni egemenlik araçları (deri altına mikroçip benzeri) nesneler ile önce bireyin konumunu ve fiziki özelliklerini fişleyecektir “büyük birader”. Bu biliniyor artık! Sonrası, kişinin eğilimleri, yetenekleri, sağlık düzeyi, tüketici kapasitesi ve elbette güvenlik bilgileri, şifrelenip arşivlenecektir. Teknik veriler kitlesel gösterileri, kalkışmaları bastırmada da kullanılır herhalde… Tüm belirtiler, üçüncü dünya savaşının başladığına işaret gibi… Ekonomik, elektronik, biyolojik ve psikolojik üstünlüğün hangi devlette olduğunu anlamak kolay değil artık! Hedef şaşırtma, bilgi köreltme, teknoloji casuslukları da var işin içinde! David Harvey yanılıyor olabilir, diğer teorisyenlerin yanılıyor olabileceği gibi! Gelecek; açlık, susuzluk, ‘doping / zekât’ verilmiş cehalet, hormonlu bedenler, uyuşmuş ruhlar üzerinden, rant yolları açmakla ulaşılacak bir varış çizgisidir; yaklaştıkça uzaklaşan “finiş” çizgisi…

4. İnsanlığın evrensel ilerleyişi durmayacağına göre soru(n) çok ciddi! “Ne Yapmalı?” Lenin’in büyük ve tarihsel sorusu! “Nasıl Yapmalı?” diyen Çernişevski’ye ütopik / teorik ve de pratik / gerçekçi eklemlenmedir, bilindiği üzere… Kılavuz kitaptır. Ve güncelliğini asla yitirmeyecektir. Bu iki soru, tarihin her döneminde can alıcı çağrışımlara göndermiştir, yanıt arayanları… Düşünürleri. Felsefe ve sanat insanı aştı demek doğru olur mu bilmem ama toplum, kitleler, sanattan ve felsefeden, edebiyattan ve şiirden uzaklaştırıldı. Ucuz dizilerle, damardan müziklerle yıllar geçildi. O nedenle cehaletin sömürüsü üzerine odaklanmak belki isabetli olur. İnsanların, kitlesel / kütlesel yok oluş bilincini edinmesi ve çevre / ekoloji tehlikesinin boyutlarını görmesi sağlanmalı. Uzun soluklu da olsa aydınlatma çabaları terk edilmemeli, derim naçizane!

 

NİSA LEYLA / Yokoluş bir sözcükse

Yok oluşu, ikinci şiir kitabımın (Yokoluş Bir Sözcükse) adından hareketle, şiirsel bir dille açıklamak ve buradan da, insana geçişle konuyu toparlamak istiyorum.

Sonsuzluk; hem soyut hem de somut anlamda yok oluştur. Nedir yok oluş? Sözcük anlamı; “Bir temel parçacık ile karşıtının bir yere gelince enke ışıması ile birbirlerini ortadan kaldırmaları.” Yokoluş Işınımı ise; “Bir eksicikle bir artıcığın buluşarak her ikisinin de yok oluşu ile ortaya çıkan ışınım. Sözcükler birleşip imgeleşirken, kendi anlamlarından çıkıp, varlığın diline değerek, bir yok oluşta yeniden var oluyorlar. İşte o ışıma, o ışığın ortaya çıkması gereklidir. Hepimiz yeni bir dil yani saf şiir için o sözcüklerin yok oluştan sonraki varoluşları için uğraşıyoruz. İnsan da var oluşundan beri, iyilikle kötülüğün iç içe – dış dışa, hem de değişim – dönüşümle zıtlıkların genişçe açımlandığı yeryüzünde uygarlaşma çabası içine girmiştir. Uygarlık, bir bozma yaratma işidir tıpkı imge gibi. Bu imge, varoluşsal çabayı haklı kıldığı gibi, yokoluşa götürebilecek kadar güçlü olabilir. Yine de kapitalizm, doğayı ve insan doğasını bozarak yaşasa, tüketmeye çalışsa da, uygarlığı geri dönüşsüz bir yok oluşa götürmez.

İkinci yok oluşsa; ölümdür. Tamamen ölüme, katliamlara, savaşlara, sonsuzluğun boşluğunda devinen ufacık toz zerresi olan dünyanın son hızla boşlukta yol alırken, insanların bu ufacık kara parçası için birbirini yiyerek o sona ulaşmadan birbirini yok etmeye yönelik yok oluş ki, güneş doğduğu sürece, en iyimser, en organik, en sanatsal ısımız var olduğu sürece bu yok oluş da yaşanmayacaktır.

Ütopik hayallerimizin sonucunda ortaya çıkan distopik sonuçlar, uygarlaşma ruhuyla aldığımız yolun kapitalist – emperyalist sonucudur. İnsan-makine işbirliği çağından (yarı otomasyon), tam makineleşme (otomasyon) çağına Korona’nın (2020’nin Kâbil’i) iyi bir hamlesiyle merhaba dedik. Dünya halkları, tam da kapitalizmin dolayısıyla ortak egemen iktidarların istediği gibi; metropol ve penguen toplum haline geldiler. Alabildiğine betonlaşma ve kentleşme yaşarken, aynı renk, aynı hal ve hareketlerden oluşan, aynı zihinsel işleyişe sahip, ezber yaşayan, kanatları yani düşünceleri olan ama uçamayan, yoksulluk, ırkçılık, mültecilik, sömürgecilik, açlık ve teknolojik kıyımlar gibi her türlü hava şartlarına yaşamak için uyum sağlayan penguenler haline geldik. Fakat bu sevimli hayvanların vücut ısılarını ayarlayan otomatik mekanizmaları gibi hayatımızı kontrol altına alamıyor, kendimizi topyekûn zamana bırakıp, dünyanın gidişatı olan buzlar üstünde penguenler gibi kayıyoruz. Ortak paydamız küreselleşmeyi ortak yaşamak…

Şimdi insan için (!) oluşturulan yapay zekâ, teknolojiyle, gerçekten insan için yapılan sanatın (doğa, insan, bilinç) savaşımı var. Elbette her yüzyılda oldu, katlanarak olmaya devam edecektir fakat bunlar hep paralel gider. Bu kalabalık, kaos ve sanal dolu dünyada, 5G’ler virüsler içinde; ama naylondan ama gökten eserlerde durmadan üretilmektedir. Sanat insandır. Hangi işi yaparsak yapalım, kanımızı kurutamaz, durduramayız. Kaygıyla evli cennetin, rehavet ve rahatlık kokan cehennemle mücadelesinde sanatın iyilik gibi sonsuzluğu besleyen değere sırtını yaslayan büyük avantajı, kötülüğünse sanattan yoksun oluşunu zayıf kılan dezavantajı vardır. Çünkü sanat iyilikten, kapitalizm de kötülükten beslenir.

Dünya nüfusunun azaltılması ve yenidünya düzeni üzerine yapılan çalışmalar, teknolojik savaşımlar adı altında, değişik şekil ve boyutlarda kıyıma yol açacak bir şekilde (başka türlü olmaz zaten) ve sinsice uzun vadede gerçekleştirilecektir. Dünya halklarının elekten geçirildiği bir “gelecek’’te, iktidarların kendi aralarındaki dünya pastasının paylaşılması daha net ve kesin çizgilerle olacaktır. Kapital güce sahip Amerika ve Rusya’nın emperyal güçlerine çomak sokmak isteyen Çin de dahil hiçbir ülke masum değildir. Sonuçta çünkü; hepsinin sermayedar güç hayali vardır. Bundan emin olmak için bu ülkelerin dünya pazarına hangi mallarla girdiklerine bakmak yeterli olacaktır. Bu sözlerle karamsar bir tablo sergilesek de, insan eşitliği ve barış savaşımı, bilinci yaşayan ve yaşatan halklarca yapılmakta ve yapılacaktır da. İnsanın bu sonsuz madde açlığının yanında, sonsuz ruh ve tin açlığı da vardır.

Sanat, insan bilincini besler ve insanlıkla beraber sürekliliğini sağlar. Gerçek şiirin, şairi hayattan koparıp daha büyük hayatlara katmak gibi bir hüneri, bir hazzı vardır. Ve aslında biz sanatçılar zaten ölümle samimiyiz. Eserlerimizi göğe ağmak için, yine göğe ağılmış, uğruna ölüm gibi soyut hayatlar yaşamış sanatçıların eserlerinden, geçmişten ve günümüzden el alarak besleniyoruz: Sanatçı köpek gibi çağını koklayacak, kartal gibi ileriyi görecek, yılan, köstebek gibi hissedecek, kedi balığı gibi tat alacak, gerektiğinde aslan gibi kükremesini bilecektir. Bütün bunlara; insana dair her türlü disiplin, deney, gözlem ve düşünce yoluyla ulaşacaktır. Şiir en zor sanat olmakla beraber, sanatın kökü ve tüm sanatların ulaşmak istediği nokta değil midir? O halde, biz yine özgürlük türküleri söyleyecek, bedenimizin ve ruhumuzun ritmini, imgeler, şarkılar, ezgiler ve danslarla harekete, eylem ve isyanlara çağıracağız. Zira, sadece düşünmek değil, eyleme geçmek de gerekli ve zaruridir.

Hayat yine, ancak ve ancak gerçek sanatla geçirgenlik kazanır : “biz yokoluş’a giderken / boşluk, tarifinde hayatın: / maddeden ışığına, şehvetine / ve okurken hazzı, halâ yaşarıyor / gözümüz, türküsünü bozmadan”

 

CELAL İLHAN / Bilim ve teknoloji herkesin malı olmalıdır

1. Kapitalist ekonominin pek yakın gelecekte, doğayı ve insanı bozarak ve tüketerek uygarlığı geri dönüşsüz bir yola sürüklediği çağımızın en yadsınamaz gerçeğidir. Bu o kadar yadsınamazdır ki aklı başında kapitalistler de bir çıkmazda olduklarını kabul edip önlemler almak gerektiğini sık sık dile getiriyor. Bir kapitalist çok iyi bilir ki, kontrolündeki üretim birimi, bir önceki yıla göre üretimini artıramamış, niteliğini değiştirememişse yıkılıp yoklara karışması kaçınılmazdır. Buradan varılacak yer, çılgınca üretmek, o üretimi sorgusuz sualsiz benimseyen, tüketen, üstüne atılan çılgın müşteriler oluşturmaktır. Nereye kadar?…

2. Yapay Zekâ, giderek artan, kullanma alanıyla kapitalistlerin en etkili silahı olmayı sürdürüyor. Büyük insanlığın anlaması olanaksız, karmaşık, çok derin teknik bilgiler isteyen bu konu üstünde konuşmak için, yeterli altyapıdan yoksun olduğumu düşünüyorum. Bu yoksunluğa karşın, söz konusu araştırmaların, insanlık için hayırlı gelişmelere yol açmayacağını ama büyük kırımlara ve kıyımlara yol açabileceğini öngörebiliyorum. Bunca işsiz (eğitimli-eğitimsiz) insan varken, işleri robotlarla kotarmanın, buna büyük yatırımlar yapmanın usla, vicdanla, hak gözetirlikle bir ilgisi olabilir mi? Peki, bu teknik çalışmaların tümüyle durdurulmasını, bilimin devre dışı edilip el yordamıyla yaşamaktan yana bir seçim mi öneriyorum? Elbette hayır. O zaman ne istediğimi de söylemeliyim. Şu; bilim ve teknolojinin sorumluluğunu bir avuç doyumsuz, acımasız, kudurgan güruhun elinden almak ve toplum yararına kullanmak. Bir ve ikinci dereceden bilim adamlarının ve teknokratların kapitalist sınıftan olmadığı, güvence verildiği zaman, emrine girdikleri insanlık düşmanı bir avuç zorbaya karşı çıkabileceklerini düşünürüm hep. Önemli olan yeni kuşaklara bu donanımın, güvenin, örgütlenmenin yollarını açmak ve öğretmektir.

3. Bugün, gücü elinde bulunduranların, öyle bir örgütlenmeye, eğitime ve donanıma savaşmadan izin vermeyeceği açıktır. İki taraf için de ölüm kalım sorunudur bilimi ve teknolojiyi ele geçirmek. Büyük Çin’deki yönetimin, henüz bu güveni verecek evrensel bakışa, duruşa ulaşıp ulaşmadığını bilemiyoruz. Öyle bir sınavla karşılaştığı, ne yapıp edip başarıya ulaştığı da söylenemez. Ne ki ortada bağlanacak, güvenilecek başka umut kaynağı da yok. O zaman, insanlığın elindeki son koz Çin Sosyalizmine eylemli biçimde destek vermek gerekir demektir. Kovit – 19’a gelince: Bu salgın, emekçi ve yoksul halk için büyük kıyım gibi görünse de kapitalizmin salgından palazlanarak çıktığı ya da çıkacağı konusu net, sayısal bir büyümeden söz etmek kolay değildir. Bu salgının, dünyaya egemen güçlerin her an yer değiştirebileceği konusunda kafalarda olabilirlik anlamında bir iz bırakacağı düşünülebilir. Yani, salgının sonuçlarını, olumsuz anlamında yorumlamak için bir neden göremiyorum.

4. Postmodernizm, insanı toplumsal bir varlık olmaktan çıkarıp, kendi ekseninde dönüp duran bir dolap beygiri konumuna sokmayı amaç edinmiş görünüyor. Bunu kabul edemeyiz. Sanatçılar, düşünürler insana, toplumsal bir varlık olduğu, doğayla aynı kaderi paylaştıklarını, ancak bu yolla sömürüye ve yok olmaya direnebileceklerini anlatmak ve duyumsatmak için savaşmalı ve yaşamalıdır. Bunu başaracağımıza, güveniyor ve inanıyorum.

17 /11 / 2020

ALİ NARÇIN / Lagaş kent kralının önlemleri 

Yaratılışın başlamasıyla formatsız bir yaşam içinde birçok yığma olayı insan kendi genlerine bilmeden yerleştirir. Tarihsel derinliklerden sıyrılmış bazı bilim insanlarıyla felsefeci, ekonomist ve sosyologlar insan denen canlının yaşadığı coğrafyaya egemen olmak için çeşitli önlemler yaratmaya çalışırlar. Çok eski dönem insanı üretimin ne olduğunu bilmediği için biriktirdikleriyle takas ticareti yapmış ve bir zaman sonra elindeki birikimlerin çoğalmasıyla kendisini kral ve sistemden daha üstün bir duruma getirdiğini anlamıştı.

Karl Marx ve Friederich Engels kapitalizmin feleketini görmüştü. İki düşünür insanlığı tehdit eden kapitalist zihniyetin çöküşe uğratılması gerektiğini açıklamışsalar da hesaplayamadıkları gizli bir örgütlenmenin insanı nasıl tehdit ettiğini belki de önemsememişlerdi. Bu örgütlenme şekli kapitalist zihniyetin planındaki kozmik gücün korkusunu yoksul, emekçi ve geçim alanı dar insanların önüne set olarak çekmelerinde ortaya çıkar. Sistemin arka planında insan emeğini hiçe saymaya çalışan bazı örgütler bireyin en zayıf noktası olan kozmik inancı (din inancı) bir silah olarak kullanarak her defasında emeğin karşısına tehlikeli bir bomba gibi yerleştirmişlerdi.

Marksizmin kaynağını oluşturan İngiltere ile Fransa ve manifestonun başladığı Almanya’dır. Ne yazık ki bu üç ülkenin de Marksist bir sistemle yönetilmeyi istemediğini görmekteyiz. Asya ülkelerine daha az gönderme yapan Marx ve Engels, tehlikenin Asya’dan geleceğini ve özellikle Arap dinlerinin baskısından geleceğini düşünmemişlerdi.

Tarihte emek gücünün resmileşmesini arzulayan krallar da göze çarpmaktadır. Bu kralların ortaya koydukları icraatlar Marx ve Engels’ten yaklaşık 4.200 yıl önceydi. Bu krallardan en önemlileri Lagaş kent devleti kralı Urukagina (M.Ö. 2370 civarı) ve 3’üncü Ur Hanedanlığında 18 yıl egemenlik yapmış kral Ur-nammu’dur (Ur-dingir-nammu – M.Ö. 2112 – M.Ö.2095). Ana İttuşu (M.Ö.2060 – M.Ö.1960) ve Lipit iştar’ı (M.Ö1934 – M.Ö1924) da örnek gösterebiliriz. Krallık sisteminin çalışan, emek sarf eden insanlara zarar vereceğini kanunlaştırarak, işçinin emeğine saygı gösterdiler. Ne yazık ki zorba sistemin en ateşli taraftarlarından Babil kralı Hammurabi (M.Ö.1728 – M.Ö.1685) bu kralların getirdikleri yasaları kaldırarak karşıdevrim yapar. Ur-nammu-Urukagina-Lipit İştar ve Anna ituşu kanunlarında yer alan emek değerlerini bir şekilde izole ederek en çok ticaret kanunlarına yer vererek insan belleğini maddenin gücüne çevirmiştir. Yani emek gücü yerine maddenin gücünü bir şekilde kanunlaştırarak dönemin insanlarını kandırmıştır.

Tarih boyunca egemen sınıflar tıpkı nöbet bekler gibi salgınları beklemişler, bu doğa saldırılarını avantaja çevirerek insanları daha farklı yollarla sömürme yöntemleri denemişlerdir. Hitit kralı I. Şupiluliumma, Mısırlılar tarafından öldürülen oğlu Zananza’nın intikamını almak için savaş ilan eder. Tam o sarada veba hastalığı Anadolu ve Asya’yı son derece tehdit etmiş ve I. Şupiluluma veba hastalığında hayatını kaybedince Hititler savaşı bırakmak zorunda kalmışlardı. Çünkü veba hastalığı onların ekonomilerini sarsacak bir ortam yaratmıştı. Kapitalist sistem, bu örnekte görüldüğü gibi, sürekli insan doğasını tehdit eden olaylarının büyümesini ve bunu fırsata dönüştürmeye çalıştığını günümüz insanı biliyor artık… Ancak örgütlenme bilincine sahip olamadıkları için azınlıkta olan kapitalist virüsün içinde kaybolup gitmektedirler.

Emeğin çok önemli olduğunu Avustralya’da yaşayan Aborjin Kızılderililerinin geleneklerinde de görüyoruz. Onlar emeği koruyan bir tanrı da yaratmışlardı. Kabile şefleri emek tanrısının işçi ve çalışanların haklarının ödenmemesi durumunda ateş tanrısının gazabına uğrayacaklarını belirtirdi.

HASAN VAROL / 

Bu kaygılı kardeş sesini bir çığlık gibi içten duydum sevgili Seyyit Nezir. İnsanın yarattığı yıkımı yine insan paklayabilir.

Pablo Neruda’nın 1968’de “Şiir 2000 yılında nereye varmış olacak?” sorusuna yanıtı, “Bildiğim şiirin cenaze töreninin gelecek yüzyılda yapılmayacağı…” idi.

Bu yanıtla rahatlıyorum. Sana da diyeyim; insanoğlu yok oluşa sürüklenmeyecek. Umutsuzluk yasak!

1. Kapitalizm, doğayı ve insanın doğasını bozarak, tüketerek, insanları yoksul bırakıp öldürerek yaşıyor. İnsanlar da bilinçle örgütlenip bu gidişe dur diyecek. Yok oluşa geçit vermeyeceğiz, YOK OLMAYACAĞIZ.

2. Teknoloji bir anlamda iki yanı keskin bıçak gibi. Su olmadan yaşayamayız, su sel felaketi doğurur, örneği gibi. Teknoloji; 5G ve Yapay Zekâ ile insanlığı tehdit ediyor. David Harvey kaygısında haklı; ancak insan aklı bu duruma dur diyecektir. Dünya küçüldü, örgütlü eylemler mutlaka sonuç verecektir. Ülkemizde de HES koduyla bir çeşit şifrelendik. Bu buluşlar mutlaka insanlığın lehine kullanılmalı. İnsan bilinci, bakışı yaşamdan yana olacak. Aklıma Knut Hamsun geldi, …nedenle, kitaplarını okuyan insanlar getirip evinin önüne bırakıyorlar ya hani, telefonların da bir gün gerekirse bir yerlere konabileceğini düşünüyorum.

3. “Orta Çağ” deyince, karanlık akla gelir yaşananların çağrışımı ile… Dünyada “Küresel Oligarşi” ile tüm halklar mücadele etmeli, sadece Çin değil. Kovit-19 çıkalı, verdiği zarar kadar insanları eğitti de… Ölümler çok ama dünya, birlikte davranıp üstesinden gelmeye çalışıyor, yeni bir deneyim kazanıyor. Umarım, bilim adamları insanlığın geleceğini de düşünüyordur. Kardeşlik, barış, birlikte yaşama, salgına karşı birlikte mücadele… İyimserim.

4. “… sanatın insana karşı sorumluluk duygusunu yaygın olarak yitirdiği…” Bu konuda da karamsar olmamak gerekir. Sanat bir arayış, yapış… Geçmişin üzerinden yeniye gidiş, buluş, insanı daha bir derinden tanıyış, insanı yaşamında daha açık anlatım yolları ister. Postmodernizm de bir deneyim.

İnsan her an yeniliğe açık olabilen bir canlıdır. Kişi bencil, çıkarcı olduğu gibi, toplumcu ve paylaşımcı da olabilir. Yaşanabilir bir dünya için hepimize görev düşüyor. Kişiliğimizi doğru örnekleri okuyup benimseyerek oluşturursak, diyelim şiir dalında Nâzım Hikmet, Pablo Neruda, Louis Aragon’u kendimize örnek alırsak, insanlarımızı etkileyici, insanı yeniye, güzele dönüştürücü olacaktır şiirimiz. Bilinçli birey, insana karşı sorumluluk duygusunu her zaman taşır. Diyelim, “Yeni sanat: aynı zamanda hem ağacı hem ormanı gösteren ve onları niçin gösterdiğini bilen, sanat sanat içindirden mümkün olduğu kadar uzak, eylemci bir gerçekliği savunan, insana yardımcı olmak, yaşam yolunu aydınlatmak tutkusu içinde olan, yaşam yolunun anlamını hesaba katan ve bu yolculuğun öncülüğünü yapan… yeni bir gerçekçilik.”

Şair de önce bir vatandaştır. Sosyal görevleri var. “En iyi şair, günlük ekmeğimizi veren adamdır. Tanrı olduğunu düşünmeyen mahalle fırıncısı.”

KAYNAKLAR: Neruda, Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, Broy Y.; Saf Şiir Yoktur, Broy Y.

                                                                                                               

 

 

 

 

 

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Güncel

En çok okunanlar