Lapsa Tankında / CELAL İLHAN

Bizi Takip Edin

Bizi Takip Edin

spot_imgspot_img

“Bir taşla iki kuş vurma peşinde deyyuslar,” diye söylendi Doğan Bey.

Satın alma işi, bakım onarım şefliğine ek olarak, yeni elaman alınıncaya kadar kendisinden rica edilmiş, o da kabul etmek zorunda kalmıştı.

Çalıştığı işyeri kent merkezine hayli uzaktı. Bu eski Lacivert Kartal, o nedenle altına verilmişti. Bakım onarım şefi Doğan Bey, arabasının yönünü Samsun yoluna doğru çevirirken istemediği bir işe bulaştırıldığını düşünüyor, sonuna kadar direnmediği için kendini suçluyordu.

Genel müdür, eski satın alma şefini suçüstü yakalayışını, “Senin genel müdürün kaçın kurası ulan!” diye şişinerek anlatmıştı. Adamın işini anında bitirmekle, dosta düşmana gerekirse ne kadar acımasız olabileceğini de göstermişti.

Şefin gidişine herkes üzüldü. Ecelinden önce ölenlere benzettiler onu.

Bu işten çıkarma, diğer çalışanların kendi başlarına da böyle bir yıkımın gelebileceğini düşündürecek açıklıktaydı. Ama yeteri kadar konuşulup tartışılamadı. Herkesin, ‘aman bana dokunmasınlar da gerisi beni ilgilendirmez’ diye avunduğu bir zamandı zaman.

Doğan Bey, yolu üstündeki bir mağazadan gereksindiği malzemelerin pazarlığını yapıp siparişini de verdikten sonra, “İnci Deterjan” adıyla üretim yapan işletmeye doğrulttu arabasını. Sabah güneşi gözlerini alıyordu. Bu durum, gözlüğünü almadığı için kendini sorgulamasına neden oldu. Unutkanlığını işyerinde yaşadığı gerginliklere yükledi.

İlerde, yerdeki ve gökteki tüm canlıların yaşam alanını daraltan, kirli sarı kükürt dumanının yükseldiği fabrika bacasını görünce, genel müdür daha bir açıklıkla belirdi kafasında. İçi daraldı. Yemediği halde gaz verdi arabasına.

İşletmenin ray üzerinde hareket eden demir kapısı, kulübesinden koşarak gelen nöbetçi tarafından açıldı. Doğan Bey duraksamadan daldı içeri.

 

Masasına oturalı bir saat bile olmamıştı. Temizlik ürünlerinin ana maddesi, lapsa kimyasalının üretildiği birimdeki altı karıştırıcıdan sonuncusunun gürültülü çalıştığını İsmail Usta’dan öğrendi.

“Motor parçalanacak neredeyse, acayip de ısınmış, el vurmak mümkün değil Doğan Bey!” diyor, durdurmak için kendisinden emir beklediğini söylüyordu. İş gömleğini aceleyle giydi, ‘Başka sorunlar yaratmadan önlemeli’ diye düşünerek bürosundan fırladı.

Doğan Beyin, “Kapatın motoru!” demesiyle motor durdurulmuş; enerji bağlantıları sökülmüş; İsmail Usta ve iki yardımcısı, bir kasap ustalığıyla karıştırıcıyı parçalamaya başlamışlardı. Yarı kapalı lapsa üretim bölümünde, arızalı aparatın kulak paralayan zırıltısı kesilmişti. Buna karşın, alışık olmayan birinin bir dakika bile dayanamayacağı, her zamanki uğultu sürüyordu. Yasal olarak kulaklık takılması gereken yerlerden sayılan işyerinde, ne kulaklık vardı, ne de gereksindiğini söyleyen biri. İş güvenliği araçları –maske, gözlük, kauçuk elbise vb.– müfettişler geldiği zaman çıkarılmak üzere, genel müdürün odasında,  güvenli raflarında bekletilmekteydi.

Çalışma tüm hızıyla sürerken haberci Topal Rıza, Doğan Bey’in yanına kadar sokuldu. Kulağına eğilerek, “Genel Müdürüm sizi bekliyor, konuşacakları varmış,” dedi. Gürültüden söylenenleri tam olarak anlamasa da, büroya gitmesi gerektiğini anlayan Doğan Bey, ustasına bir şeyler söyleyerek oradan ayrıldı.

Genel Müdür, kapıyı vurarak içeri giren Doğan Bey’e, en uzağındaki koltuğu gösterdi,

“Buyurun oturun,” dedi.

İçerde dostluk rüzgârlarının esmediğini anlamakta gecikmedi Doğan Bey.  Ne olacaksa, onu çabuklaştırmak için, “Müdür Bey, başında olmamı gerektiren önemli bir arıza var. Fazla kalmasam iyi olur,” diyerek, tedirgin oturdu gösterilen yere. Gözleri, genel müdürün sağa doğru hafifçe kaymış geniş ağzını izlemesi gerekirken, duvarlardaki özensiz asılmış, sıradan manzara resimlerinde dolaşmaktaydı.

Genel müdür, görkemli masasının sağ yanında üst üste duran iki faturayı masanın kenarına, Doğan Bey’in önüne doğru itti. ‘Al bunları oku da…’ anlamına geliyordu bu davranış. Sert görünüşüne sahicilik katar diye, iyice gerdiği yüz çizgilerini yumuşatmadan, “Kardeşim, sana bir şeyi anlatmak için kavga mı etmek gerekiyor? Bu şirketten malzeme almaman için daha geçen hafta uyarmadım mı?” diyerek ilk vuruşunu yaptı.

“Uyardınız da, nedenini söylemediniz. Ben işletmenin yararını gözettiğim için o şirketi seçiyorum. Ayrıca, satın alma işinden anlamadığımı, o iş için daha uygun birini bulursanız çok sevineceğimi de söylemiştim,” dedi.

Genel müdür, beklemediği bu yanıta iyice kızmış görüntüsü verdi:

“Sizin değil, benim ne söylediğimdir önemli olan, anladınız mı? Neyi, nereden, kime aldıracağıma ben karar veririm!”

Birkaç saniye süren bir sessizlik oldu. Doğan Bey, geleceğini altüst edebilecek sözlerin ağzından dökülmesinin an meselesi olduğunu düşündü. Birkaç kez yutkunduktan sonra, kendi kendine söylenir gibi, “Çalıştığımız işyerinin çıkarını düşünmek suç olabiliyormuş,” diyebildi. Genel müdür, karşısındakinin geri çekilmekte olduğu sonucuna vararak, vuruşlarını sürdürdü.

“Senin kimin çıkarını düşündüğünü bilemem, işletmenin çıkarını düşünmekse benim işim, görevini yap, yeter,” dedi. Yeniden kısa bir sessizlik oldu.

Kendisine büyük haksızlık edildiğini düşünen Doğan Bey, bir süre düşündükten, birkaç kez yutkunduktan sonra, “Bana güvenmediğini açıkça söyleyen bir yöneticiyle çalışamam. İstifa ediyorum,” dedi ve hızla odadan çıktı.

Beriki, alay ve şaşkınlık karışımı bir yüzle izledi onu. Bu kadarını beklemiyor olmalıydı. Günün koşullarında elindeki iş olanağını böylesine tepebilecek çok az kişinin bulunabileceğini düşündü. Ama Doğan’dı bu, ne yapacağı hiç belli olmazdı.

İki yıldan beri işletmeye yaptığı katkılar, yerine göre canını esirgemeyişi, hızla geçti Genel Müdürün kafasından. O kadar hızla geçti ki hiçbirinden bir şey anlayamadı. Üstünde uzunca durup düşünülmesi gereken davranışlardı onlar.

Giderse gitsindi. Bir gazete ilanıyla, ona verdiğinin yarısına çalışacak bir düzine adam bulabilirdi. Bu herifin piyasadan hiç mi haberi yoktu?

 

Kafasının içi uğultularla dolu, yüreği ökseye takılmış bir kuş yüreği gibi çarpan Doğan Bey, odasına son kez girdi.

Önce bakım onarım atölyesinden başladı vedalaşmaya.

İsmail Usta ve yardımcıları işlerini bitirmiş, keyifle çaylarını yudumluyorlardı.  Kaynakçı Halim Usta, yaptığı kaynak dikişinden dalga dalga yükselen sarı dumanı yutmamak için, uzun aralıklarla soluk alıyordu. Elindeki kalitesiz kaynak maskesi, onu zehirli gazdan korumaktan uzaktı. Başka iki usta, alınlarında ter damlalarıyla, atölyenin bir köşesinde, büyük bir aparatın kapak cıvatalarını sıkmaya çalışıyordu. Doğan Bey’in içeri girdiğini ilk İsmail Usta ve yardımcıları gördü. Ayağa kalkıp yer gösterdiler. Oturmayacağını hareketleriyle gösteren Doğan Bey, diğer arkadaşlarına yönelerek, eliyle yanına gelmelerini işaret etti. İşlerini acele etmeden bırakarak, Şeflerinin çevresinde toplandılar.

Pat diye söyledi söyleyeceğini: “İşi bırakıyorum, hakkınızı helal edin arkadaşlar.”

Herkes şaşkındı. Kendini ilk toplayan, İsmail Usta oldu, “Bu ne demek durup dururken! Bir durum mu var abi?” dedi.

“Şimdi daha fazla bir şey anlatmak istemiyorum arkadaşlar. Genel müdürle tartıştık. Ben de istifamı verdim. O kadar…”

Hepsi birden, “Olur mu efendim! Bu iş bu kadar kolay mı? Eğer size bir haksızlık yapılırsa hepimiz birlikte bırakırız işi!” dediler.

“Deli olmayın arkadaşlar” dedi Doğan Bey, “Ne iş bırakmasından söz ediyorsunuz? Ben sizin için kavga edip de işten çıkarılmıyorum ki. Bu benim kendi sorunum, kendim çözmeliyim, değil mi?” Daha fazla konuşmalarına fırsat vermeden elini uzattı onlara,  hepsiyle kucaklaştı, sonraki yaşamlarında başarılar diledi. Birkaç birime daha uğradıktan sonra çıkış kapısına yöneldi.

Çıkışta, en az on kişi onu bekliyordu. Onlara işlerinin başına dönmelerini söyledi. İsmail Usta, “Döneriz, sizi uğurlayalım da,” diyerek yanına sokulup koluna girdi onun.

Hep birlikte çıktılar demir kapıdan. Yüz metre kadar ötedeki köprüye kadar konuşmadan, başları yerde yürüdüler. Doğan Bey köprünün başında durdu. Gösterdikleri yüreklilikten dolayı teşekkür etti onlara. Daha fazla yakın davranmalarının doğru olmayacağını söyleyerek geri dönmelerini istedi.

Kaynakçı Halim Usta ilk kez konuştu, “Fabrika için canını bile esirgemeyen sizin gibi birine yapılacak şey mi bu?” dedi. Önceden kararlaştırılmış gibi, köprünün parmaklıklarına dayanıp Genel Müdür’ün oturduğu odaya bakarak, aynı anda ve hep birlikte tükürdüler buram buram deterjan ve asit kokan dereye.

Doğan Bey, iki yıl birlikte çalıştığı arkadaşlarından gözleri buğulu ayrıldı.

İlerde, Ankara’ya doğru art arda kayıp giden otomobillerin doldurduğu Samsun yoluna çıkmaktan vazgeçip yola paralel akan dere boyunda, kavak ağaçları altında yürümeye karar verdi.  ‘Yorulunca yola çıkar binerim bir arabaya’ diye düşündü.

Yanından akan su yatağı, yıllardır fabrikadan karışan kimyasal atıklarla siyah bir zemin görünümündeydi. Birkaç ay öncesine göre, derede oluşan köpük yığınları azalmış da olsa, işini tam başaramadığı duygusunu yeniden yaşadı.

Unutamayacağı insanlar tanımış, unutamayacağı günler yaşamıştı bu işyerinde.

Üç ay kadar önce işyerlerine gelen Çevre Bakanlığı müfettişleri, incelemek üzere kimyasal atık örnekleri almış, en kısa zamanda sonucu bildireceklerini söyleyerek ayrılmışlardı. Sonucun ürkütücü olacağından kuşkusu olmayan işletme yönetimi, fabrikanın kapısına kilit vurulmasını beklerken, “her nasılsa!” küçük bir para cezası ödeyerek işin içinden sıyrılmayı başarmıştı. Müfettişler, daha önceki teftişlerde olduğu gibi, bu kez de alınması gereken önlemleri içeren listeyi genel müdürün eline tutuşturmuşlardı. Öneriler arasında, atık dinlendirme havuzlarının ve sızıntı yapan vanaların, tankların yenilenmesi başta geliyordu.

Büyük yatırımlar gerektiren, atık dinlendirme havuzlarının yenilenmesini göze alamayan genel müdür, bakım onarım şefini makama çağırıp, “Müfettişlerin istediklerini en ekonomik biçimde yapalım Doğan Bey, biliyorsunuz yeni yatırım yapacak durumda değiliz,” demiş, Doğan Bey de, “Elimden geleni yaparım,” diyerek çıkmıştı odadan.

Kalabalık bir ekiple, gece gündüz demeden çalışan Doğan Bey, yirmi yıl önce yapılmış ve bugün için, atıkları zararsız hale getirmekte hiçbir yararı kalmamış arıtma havuzlarına, önemli ölçüde işlevsellik kazandırdı. Sonra, tanklardaki sızıntılara, vanalardaki kaçaklara geldi sıra. Birçok küçük sızıntı farklı yöntemlerle azaltıldı ya da tümüyle önlendi.

En korkulanı, iki yüz tonluk lapsa tankının boşaltma vanasındaki sızıntıydı. Tank hiçbir zaman tümüyle boşaltılamıyor, o nedenle de vana yenisiyle değiştirilemiyordu.

Teftişten sonraki günlerde, kentin içine doğru sinsice akan dere, Doğan Bey’i daha çok kaygılandırmaya başlamıştı. İçtikleri deterjanlı su nedeniyle yıllardır tepeleri bir türlü yeşeremeyen, çoğu tümüyle kurumuş söğüt ve kavak ağaçları ona, “Bizi ancak sen kurtarırsın,” diye yalvarıyorlardı sanki. Yirmi yıl kadar önce Kurbağalı Su diye andıkları dereye, çevre halkı şimdi Köpüklü Dere adını vermişti. Herkes farkındaydı işin.

Ürkütücü kararını o gün verdi… Deneyecekti.

Lapsa tankı boşaltılmadan sızdıran vanası değiştirilemeyeceğine göre, tehlikeyi göze alarak bağlantı yerini özenle sıkmak kalıyordu geriye. Sıkma işinde ölçü kaçırılır, bağlantı borusu koparılırsa, iki yüz ton lapsa dereye boşalabilirdi. Bir çevresel felaket anlamına gelen bu durum, ya işletmenin kapatılmasına ya da altından kalkamayacağı para cezaları ödemesine neden olurdu. Doğan Bey’i her iki durumda da işsizlik bekliyordu.

 

İsmail Usta, elinde boru anahtarıyla tankın başında yerini aldıktan sonra, “Doğan Bey, kusura bakma ama ben çok korkuyorum, hem biz yanarız hem de patronları yakarız. Yine de siz bilirsiniz,” diye son uyarısını yaptı.

Doğan Bey, “Çok dikkatli olacağız, milim milim ilerleyeceğiz İsmail, elinin ne kadar usta olduğunu bilirim, sana güveniyorum,” diyerek vazgeçmek niyetinde olmadığını gösterdi.

İsmail Usta, birkaç kez besmele çektikten sonra, boru anahtarını ellilik vananın gövdesine dikkatlice oturttu. Öylece kaldı bir süre. Evindeydi… Küçük oğlu Mehmet, ortaokulda okuyan kızı Derya, eşi, annesi şöyle görünüp geçtiler.  “Hayırdır İnşallah” deyip boru anahtarını yavaşça bastırdı kendine doğru, vananın biraz da olsa döndüğünü hisseti avuçları. Sevindiler.

Demek vanayla boruyu birleştiren dişler tümüyle ölü değildi. En çok korktukları vananın ilk hamlede kopmasıydı.

Göz göze geldiler İsmail’le, “devam” dedi Doğan Bey. İsmail, bir hamle daha yaptı korkarak. Akıntının yarı yarıya azaldığını görerek, ikisi bir, “Oluyor! Vallahi oluyor!” diye bağırdılar. Bu kez İsmail, şefinin onayını almadan ince bir sıkma daha gerçekleştirdi. Akıntı iplik kadar incelmişti.

Her ikisi de dişlerin hâlen görev yaptığını görünce, sızıntıyı tümüyle durdurabileceklerine inanmışlardı. Son, ince bir hamle daha yaptı İsmail Usta…

Vana, zehirli ve olgun bir meyvenin daldan düşüşüne benzer biçimde, pat diye düştü ustanın ayaklarının dibine.

Lapsa, siyah bir anakonda yılanı gibi parıltılarla atıldı ileri doğru.

Ne mi yaptı Doğan Bey? İsmail Usta’nın hızla uzaklaştığı boşaltma borusuna, karnına saplanan hançeri çıkarmaya çalışan bir yaralı gibi yapıştı ve göbeğini lapsa püskürten borunun ağzına dayayıverdi. Gücünün yettiği kadar bastırıyordu gövdesini. Basıncı büyük ölçüde yenmişti. Yine de püsküren lapsa fıskiyeleşip çevreye saçılıyordu. Dışardan bakanlar için Doğan Bey, katranla duş yapan birini andırıyordu.

“İsmail durma, bir kazık hazırla,” diye bağırdığında, İsmail çoktan durumu kavramış, uygun çapta bir kazık ve ucunu sivrilteceği keseri arıyordu canla başla.

Kazık bulundu. Ucu keserle sivriltildi.

Doğan Beyin gözleri, görme yeteneğini kaybetmiş, en az on beş gün süreyle bir daha açılmamak üzere sıkıca kapanmıştı. Kulaklarıysa, İsmail’in “geldim abi” diyen sesini duymak için dört açılmıştı.

İsmail’in, “Çekil abi,” diye bağırmasıyla Doğan Bey, kör birinin temkinli devinimiyle çekildi borunun önünden.

Siyah, ışıltılı anakonda yeniden belirdi o an. İsmail Usta; bir eski zaman devinin karnına mızrağını sokan kahraman gibi, hazırladığı kazığı yılanın çıktığı deliğe tüm gücüyle sapladı. O arada, usta da tepeden tırnağa batmıştı lapsaya.  Her yer vıcık vıcıktı.

Olayı duyan işçiler yardıma koşmuştu. Doğan Bey’i yirmi metre kadar ötede akan suyun altına sürüklediler. Yıkayıp temizlediler. Gözleri başta, lapsanın yaktığı tüm bedeni alev alevdi Doğan Bey’in. İsmail Usta’yla birlikte Âdem Baba kalana kadar soydular onları. Çıplak bedenlerine birer iş gömleği giydirerek ellerinden tutup hazır bekleyen işçi taşıma dolmuşuna soktular. Ver elini, Sosyal Sigortalar Eğitim Hastanesi…

 

Eve getirildiğinde onu sargılar içinde gören eşinin çığlığı günlerce kulaklarından silinmemişti Doğan Beyin.

O günlerde, yaptığının bir çılgınlık olduğunu; bu çılgınlığı haklı gösterecek hiçbir durumun düşünülemeyeceğini; yatakta geçirdiği üç hafta boyunca aranmayışını da neden göstererek kanıtlamaya çalışan eşine dostuna, “Bu benim sorumluluk anlayışım, başka türlüsü elimden gelmez,” diyerek yanıtladığını anımsadı.

Bu düşüncelerle, üç saate yakın yürüdü.

Şimdi sorumluluk anlayışını da sorgulamak gerektiğini düşünüyordu.

“Alçak bu herifler, ne insanın ne emeğin bir değeri var bunların yanında,” diye söylendi.

Kendisine yapılanların hesabını sormalıydı. Bunun yolunu kesinlikle bulacaktı.

İyice yorulduğunu fark edince, bir dolmuş bulma umuduyla, Samsun yoluna yöneldi.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Güncel

En çok okunanlar